-Via Monte Napoleone
-Sempione Parkı’
-Sforzesko Şatosu
-Via Torino
-Piazza Mercanti
-Rua Augusta…
-Largo do Carmo….
-Rossio Meydanı….
-Sao Jorge Kalesi…
-The Pink Street…
-Praça do Comercio…
-Cristo Rei Statue…
Şehir içi geçiş
-Porta Soprana
-Piazza De Ferrari
-Giacomo Matteotti
-Via Garibaldi
-D’Albertis Kalesi (Castello d’Albertis)
-Ribeira Meydanı…
-Cais da Ribeira…
-Özgürlük Meydanı…
-Jardins do Palácio de Cristal (Kristal Saray Bahçeleri)…
-Santa Catarina Caddesi…
-Avenida dos Aliados (Müttefikler Bulvarı)…
-Porto Katedrali…
-Palácio da Bolsa (Borsa Sarayı)…
-Clerigos Kilisesi…
Şehir içi geçiş
-Park Güell
-Montjuic tepesi
-Katalonya meydanı
-Plaça reial
-Triomf kemeri
-Bellesguar
-La roca village
-Passeig de gracia
-La rambla caddesi
-Horta labirent parkı
-Parc de la Ciutadella
-Tibidabo Tepesi
-Plaça d’Espanya
-Catalunya en Miniatura
-Columbus Anıtı (Mirador de Colom)
-Carmel Bunkers
-Carrer de Blai
-Plaça de la Virreina
-La Creueta del Coll Park
-Avinguda Diagonal
-Plaza Nueva…
-Dona Casilda Iturrizar Parkı…
-San Juan de Gaztelugatxe…
-Gran Vía de Don Diego López de Haro…
-Arthur’s Seat…
-Calton Hill….
-Royal Mile…
-Princess Street…
-Victoria Street…
-Holyrood Park…
-Plaza Mayor ( Mayor Meydanı)
-Puerta Del Sol
-Debod Tapınağı
-Plaza de Cibeles
-Plaza de Espana
-Callao Square
-Plaza Santa Ana
-El Retiro Park ( Parque Del Retiro)
-Juan Carlos I Park
-Casa de Campo
-Gran Via Caddesi
-Puerta de Alcalá
-Las Ventas (Plaza de Toros de Las Ventas)
-El Capricho Park
-Teatro Real
Şehir için geçiş
-St Helen’s Square…
-Stonegate Caddesi…
-St Mary’s Abbey Kalıntıları…
-Plaza de la Virgen…
-Plaça Redona…
-Lope de Vega Meydanı…
-El Túria River Garden…
-Jardines del Real….
-Gulliver Park…
-Benicalap Parkı…
-Plaza del Ayuntamiento…
-Valencia Katedrali…
-Plaza de la Reina…
-Torres de Serranos (Ancient Town Gate)…
-Torres de Quart
-Calle Colón
-St Stephen’s Green….
-Phoenix Parkı…
-Grafton Street…
-Spire of Dublin…
-Iveagh Bahçeleri…
-St Patrick Katedrali…
-Henry Caddesi…
-Albert Meydanı…
-Fletcher Moss Park…
-Heaton Park….
-Beech Road…
-Manchester Katedrali…
-Calle Sierpes…
-Plaza de Espana ‘İspanya Meydanı’…
-Maria Luisa Parkı…
-La Alameda ‘Alameda de Hércules Bulvarı’…
-San Jeronimo Park…
-Palacio Marqueses de la Algaba ‘Marqueses de la Algaba Sarayı’…
-Plaza del Salvador ‘Salvador Meydanı’…
-Torre del Oro…
-Plaza Nueva…
-Belfast Kalesi..
-Bold Street…
-Sefton Parkı…
-Albert Limanı…
-Big Ben…
-London Eye…
-Trafalgar meydanı…
-Hampstead heath…
-Regent’s Park…
-hyde park…
-holland park…
-Notting hill…
-Oxford street…
-Millennium Köprüsü…
-Piccadilly Circus…
-Leicester Meydanı…
-Greenwich Parkı … en son…
-Tower Bridge…
-Baker Street…
1.Gün İstanbul – Milano – Cenova
İstanbul Havalimanı’ndan THY ile sabah saat 8.40′ ta Milano’ ya uçulacaktır. Uçuş 3saat olup, oraya saat 9.40′ ta inilecektir. 10.20-11.00 arası Milano havanından çıktıktan arabayla Via Monte Napoleone Caddesi‘ ne gideceğiz ( 11.40 ). Caddeyi gezdikten sonra yürüyerek Sempione Parkı‘ na gideceğiz ( 13.00 ). Parkı gezdikten sonra Sforzesko Şatosu‘ na ( gideceğiz ( 14.00 ). Şatoyu gezdikten sonra yürüyerek Via Torino‘ ya gideceğiz ( 15.20 ). Bu caddeyi gezip etraftaki restoranların birinde yemek yedikten sonra yürüyerek Piazza Mercanti‘ ye gideceğiz ( 16.50 ). Meydanı gezdikten sonra arabayla Giacomo Matteotti Meydanı‘ na ( Piazza de Ferrari Meydanı’na kısa bir yürüyüş mesafesinde olan Meydan, Cenova’da görülmesi gereken yerler arasındadır. Çok sayıda tarihi binayla çevrili olan meydanın ana cazibe merkezi ise Dükler Sarayı ve San Lorenzo Katedrali’dir. Ayrıca dışarıdan oldukça sade bir mimariye sahip olan, iç mekanı ise çok daha gösterişli ve süslü olan Saint Ambrogio Kilisesi de burada bulunmaktadır. Rönesans mimarı ve ressam Domenico Tibaldi tarafından 1588-1637 arasında inşa edilen Saint Ambrogio Kilisesi, Peter Paul Rubens’in iki resmi ve freskleriyle de İtalya’daki en tanınmış kiliselerdendir. Meydanın bir kısmına hakim olan Dükler Sarayı ise, günümüzde bir sergi merkezi olarak hizmet veriyor. Saray, orijinal olarak 13. yüzyılda inşa edilen ve daha sonra 1339’da ilk Doge of Cenova Simon Boccanegra’nın devlet ikametgahına dönüştürülen 409.000 metrekarelik bir yapıda yer alıyor. Şehrin tarihi sembollerinden biri olan Dükler Sarayı, tüm yıl boyunca düzenli olarak sergiler, konferanslar, toplantılar, festivaller, gösteriler ve eğitici aktiviteler sunuyor. Cenova’yı ziyaret edeceğiniz tarihte saray, geçici sergilere ev sahipliği yapacaksa kesinlikle göz atmaya değer. ) gideceğiz ( 19.40 ). Meydanı gezdikten sonra otelimize gideceğiz.
2. Gün Cenova ( Meliá Genova ) – Barselona ( Hotel Pelayo )
Sabah otelde kahvaltı yaptıktan sonra ( 10.00 ) yürüyerek Porto Soprano‘ ya ( Tarihi şehir merkezinde, Piazza de Ferrari’ye kısa bir yürüyüş mesafesinde olan Porta Soprana, tarihi surlardan kalma şehrin giriş kapılarından biridir. İkiz kuleleriyle dikkat çeken bu kapı, şehri I. Frederick’in saldırılarından korumak için inşa edilen surların bir parçasıdır. Ayrıca Cenova’daki en çok fotoğrafı çekilen yapılardan biri. Porta Soprana’ya şehrin hemen her yerinden yürüyerek kolayca ulaşabilirsiniz. ) gideceğiz ( 10.15 ). Kaleyi gezdikten sonra yürüyerek Piazza De Ferrari‘ ye ( Cenova’nın tam olarak merkezi, büyük binalarla çevrili ve her yöne yayılan en işlek caddelere sahip fıskiyeli çeşmesi olan Piazza De Ferrari‘dir. Meydanın doğu tarafında yer alan 19. yüzyıl Neo-Barok yapıdaki bina, şehrin Borsa Binası. Ayrıca yine meydanda bulunan Accademia Ligustica di Belle Arti, Cenova ve Ligurya bölgesine ait çok sayıda heykele ev sahipliği yapmaktadır. Bir sanat müzesi olarak ziyarete açık olan binada, heykellerin yanı sıra daha birçok eseri de görebiliyorsunuz. Meydanın Via Roma’ya ulaşabileceğiniz köşesinde ise, 1828’de inşa edilen ve II.Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden inşa edilen Carlo Felice Tiyatrosu duruyor. İtalya’nın en iyi ve en büyük opera evleri arasında yer alan bu yeni ve son teknoloji mekan, kusursuz akustiğe sahip ve operanın yanı sıra konser ve caza ev sahipliği yapar. Piazza de Ferrari meydanı, Cenova’nın tarihi şehir merkezinin tam kalbinde bulunuyor. Bu yüzden de şehirdeki tarihi ve turistik cazibe merkezlerinin büyük bir bölümüne buradan yürüyerek rahatlıkla ulaşabiliyorsunuz. Ayrıca meydan çevresinde görülmeye değer birçok tarihi bina da var. ) gideceğiz ( 12.00 ). Meydanı gezdikten sonra yürüyerek Via Garibaldi‘ ye ( Garibaldi Caddesi veya Garibaldi Saraylar Caddesi olarak da bilinen Via Garibaldi, Cenova’da kaçırılmaması gereken cazibe merkezlerinden biridir. Muhteşem saraylar ve tarihi binalarla dolu bu cadde, şehirdeki en hareketli yerlerden biri olmasıyla da öne çıkıyor. Görkemli saraylar ve lüks bahçeler arasında zamanın durduğu bir yerde tarihe adım atabileceğiniz yerlerden olan Garibaldi Caddesi, Cenova’nın ana caddelerinden biri olmasının yanında, şehirdeki en büyük caddelerden biridir. Cadde başlangıçta Strada Maggiore, daha sonra Strada Nuova ve 19. yüzyıla kadar Via Aurea (Altın Sokak) olarak biliniyormuş. 1882’de Giuseppe Garibaldi’nin onuruna yeniden adlandırılmış olan cadde, günümüzde Via Garibaldi veya Via Garibaldi Palaces olarak biliniyor. Cenova, Avrupa Kültür Başkenti (2004) için restore edilen ve birçok önemli sergisiyle öne çıkan Palazzo Lomellino Niccolosio (Palazzo Podestà) ve Ticaret Odası’na ev sahipliği yapan Palazzo Pallavicini Tobia, caddedeki en önemli cazibe merkezleri arasında yer alıyor. Bernardino Cantone tarafından tasarlanmış olan Garibaldi Caddesi, 1550’lerin başında kurulmuş. O günden günümüze Cenova’nın en önemli çekim merkezlerinden biri olan bu cadde 2006 yılından beri UNESCO Dünya Mirası Listesi‘nde yer alıyor. Caddede bulunan sarayların yanı sıra ilginizi çekebilecek birkaç müze de bulunuyor. Bu müzelerin büyük bir bölümüne girişler ise ücretsiz. ) gideceğiz ( 13.45 ). Caddeyi gezip etraftaki restoranların birinde yemek yedikten sonra Cenova limanına gideceğiz ( 16.30 ). Limana gittikten sonra ordan Barselona’ ya giden gemiye bineceğiz. 17.00′ daki gemiye binip sonraki gün 13.30′ da Barselona’ da olacağız. Limana geldiğimizde arabayla Kristof Kolomb Anıtı‘ na ( La Rambla’nın sonunda, denize yakın bir noktada bulunan Columbus Anıtı, Gaieta Buigas tarafından 1888 yılında Evrensel Sergi vesilesiyle Kristof Kolomb’a bir saygı duruşu olarak inşa edilmiştir. Denizci, Amerika’dan dönüşü sonrasında Barselona Limanı’ndan karaya çıkmayı tercih ederek Barselona’yı onurlandırmıştır. Kaidesiyle birlikte 60 metre olan Columbus Anıtı’nın en tepesinde, sol elinde bir seyir haritası olan, sağ eli ise Amerika’ya giden rotayı gösteren bir Columbus heykeli bulunmaktadır. Sütunun 51 metrelik kısmı ise ziyaretçileri izleme galerisine çıkarmaktadır. Buraya çıkmak için Barselona’nın ilk asansörü kurulmuştur. Bu asansör oldukça karmaşık bir yapıya sahipti ve tepeye çıkmak 4 dakika sürmektedir. Sonradan eklenen dah modern ve yeni asansörle bu süre 30 saniyeye düşmüştür. Seyir terası kısmı, Barselona’nın ve La Rambla’nın tamamının panoramik manzaralarını sunmaktadır. Bir mimarın maketindeki minik figürlerle dolu, Barselona’nın en ünlü caddelerinden biri olan La Rambla’ya kuş bakışı bakmak Barselona gezisi için unutulmaz bir anı olacaktır. ) gideceğiz ( 14.20 ). Anıtı fotoğraf çektikten arabayla Montjuic Tepesi‘ ne ( Barselona’nın bir diğer turistik bölgesi ise, Montjuic adı verilen, birbirinden güzel tarihi ve gezilecek noktalara ev sahipliği yapan bölge/tepedir. Montjuic’in en güzel yeri, ”Magic Fountain” adı verilen, ışık gösterilerinin yapıldığı meydandır. Burası geceleri bambaşka bir görüntüye sahne olmaktadır. Her yarım saatte yapılan bu ışık gösterilerini mutlaka izlemelisiniz. Ulusal Katalan Sanatı Müzesi, Arkeoloji Müzesi ve Etnoloji Müzesi gibi birçok müzeye ev sahipliği yapan Montjuic de, görülmeye değer yerler arasındadır. Tepeyi ücretsiz olarak görebilirsiniz. Ancak tepede yer alan bazı cazibe merkezleri ücrete tabidir. ) gideceğiz ( 15.40 ). Tepeden baktıktan sonra arabayla Carrer de Blai‘ ye ( Montjuic’in eteklerindeki, son yılların popüler Poble Sec mahallesinde, pintxos’larla dolu teraslarıyla ünlenmiş, trafiğe kapalı bu uzun cadde, özellikle tapas yemek isteyenler için uğranması gereken noktalardan biridir. Cadde boyunca lezzetli tadımlıkları deneyebileceğiniz 20 bar bulunmaktadır. Özellikle iş çıkışlarında bir içki eşliğinde bir şeyler atıştırmak isteyen yerlilerle dolan Carrrer de Blai, uygun fiyatı ve cezbedici ortamı ile şehre gelen ziyaretçiler için de çekici yerlerden biridir. ) gideceğiz ( 16.50 ). Caddeyi gezdikten sonra yürüyerek Plaça d’Espanya‘ ya ( 1929 yılında Uluslararası Sergi dolayısıyla inşa edilmiş olan bu meydan, günümüzde Barselona’nın en ikonik ve ilgi gören meydanlarının başında gelmektedir. Meydan, birçok ana yolun kesişim noktası olması nedeniyle Barselona’nın ulaşım seçenekleri noktasında önemli bir yere sahiptir. Meydan, Sihir Çeşme’nin muazzam su ve ışık gösterileri için harika bir fon oluşturmaktadır ve ikonik Venedik Kuleleri meydana bambaşka bir hava katmaktadır. Tarihi ve kültürel açıdan ayrı bir öneme sahip olan meydan, Barselona’nın mutlaka görülmesi gereken yerleri arasında bulunmaktadır. Meydan çevresinde CaixaForum Sanat Galerisi, Museu Nacional d’Art de Catalunya ve Poble Espanyol gibi görülmeye değer birçok önemli nokta yer almaktadır. Meydan aynı zamanda geçmişte bir boğa güreşi ringi olan ve şimdi bazı kaliteli restoranlara ev sahipliği yapan büyük bir alışveriş merkezi olan Las Arenas’a ev sahipliği yapmaktadır. Bina 2011 yılında yeniden inşa edilmiştir. Burası acıkanlar için iyi bir seçenektir. Plazanın çatı terasına çıkmak için panoramik asansöre binebilirsiniz ancak bunun için sizden ücret talep edeceklerdir. Bu nedenle ücretsiz asansörü ya da yürüyen merdivenleri tercih edebilirsiniz. Çatı terasına çıktığınızda ise meydanın ve şehrin muazzam manzarasını görebilirsiniz. ) gideceğiz ( 18.30 ). Meydanı gezdikten sonra arabayla Plaça reial‘ e ( Zarif ambiyansı ile dikkat çeken Reial, Barselona’daki en güzel meydanlarından biridir. Meydanda yer alan çeşme, sokak lambaları ve palmiye ağaçları ile ön plana çıkartılır ve özellikle geceleri Barselona gezilecek yerler listemizdeki en işlek, en canlı noktalarından biridir. Mimar Francesc Molina tarafından monarşiyi yüceltmek amacıyla tasarlanan Meydan, Üç Güzeller Çeşmesi ile oldukça dikkat çekicidir. Çeşmenin her iki yanındaki iki sokak lambası ise ünlü mimar Antoni Gaudi tarafından tasarlanmıştır. 1879’da kanatlı bir miğfer ve bir ejderha ile çevrilen meydanın etrafındaki kraliyet palmiye ağaçları, alanı süsleyerek egzotik bir hava katıyor. Lüks binalarla çevrili olan ve kendine özgü bohem bir havası olan meydan restoranları ve barları ile Barselona’nın en popüler gece mekanlarına ev sahipliği yapmaktadır. ) gideceğiz ( 19.50 ). Bu meydanı da gezdikten sonra otelimize gideceğiz.
3. Gün Barselona ( Hotel Pelayo )
Sabah otelde kahvaltı yaptıktan sonra ( 10.00 ) arabayla La ramblas caddesi‘ ne ( Barselona’nın gezilecek yerleri arasında en kalabalık noktalardan olan Las Ramblas, sokak sanatçıları, canlı heykelleri ve turist kalabalığı ile, kendinizi çok çabuk turist hissedebileceğiniz yerlerden birisidir. Bu bölgede aradığınız hemen her şeyi bir arada bulabilirsiniz. Birbirinden güzel restoranlar, kafeler ve eşsiz otelleri fazlasıyla Las Ramblas’ta bulabilirsiniz. Las Ramblas, şehirdeki turistik noktaların büyük bir bölümüne oldukça yakın bir konumda bulmaktadır. Ayrıca La Rambla Caddesi olarak bilinen yeri de baştan aşağı dolaşmayı ve yankesicilere dikkat etmeyi de unutmayın. La Rambla Caddesi, Barselona’da en iyi yemekleri ve en iyi konaklama bölgelerini bulabileceğiniz yerlerden biridir. Gezmek için olmasa da yeme içme için gitmeyi düşünebilirsiniz. ) gideceğiz ( 10.15 ) Caddeyi gezdikten sonra yürüyerek Katalonya meydanı‘ na ( 19. yüzyılın ortalarına kadar şehrin sınır duvarlarının dışında bulunan meydan, 1858 yılında Madrid Hükümeti tarafından yıkılan duvar eski şehir Ciutat Vella ve modern kesim Eixample’nin birleşimi ile birlikte popüler bir hal almıştır. Passeig de Gracia, Rambla de Catalunya, La Rambla, Portal de l’Angel, Ronda de Sant Pere caddelerinin kesiştiği büyük meydan gün boyunca hareketli olup çevresinde yer alan alışveriş mağazaları sebebiyle yoğun ilgi görmektedir. Meydan bir biri ardına dizilmiş heykeller ile süslüdür. Bunlardan en önemlileri; 1928 yılında Joseph Clara tarafından yapılan havuzun arkasında beyaz mermerden yapılmış “Tanrıça veya Enigma” ismi verilen nü kadın heykeli ve Katalonya’nın ilk cumhurbaşkanlığını yapmış Francesc Macia’ya ithafen yapılan anıt heykeli yer almaktadır. Ünlü Katalan mimar Josep Maria Subirasch tarafından yapılan anıtın ters ve bitmemiş merdiven olarak tasarlanmasındaki esas düşünce; özgürlük yolunda devam eden siyasi süreci temsil etmektedir. ) gideceğiz ( 11.50 ). Meydanı gezdikten sonra yürüyerek Passeig de gracia‘ ya ( Barselona’nın en önemli caddelerinden biri olan Passeig de Gracia, 19. yüzyılın başında Barselona burjuvazisinin vitriniymiş. Halen de şehrin en ünlü mağazalarının yer aldığı ticari bir bölge olarak kabul edilen bulvar, Plaça Catalunya’yı Gràcia bölgesine bağlar. Barselona’nın en iyi modernist binalarının varlığı, bu caddeyi gerçek bir açık hava müzesi yapar. Biraz hayal gücü ile at arabalarının sesini duymaya devam edebilir, erken tramvayların kokusunu alabilir ve zarif hanımların kocaları ile kol kola yürümesini, çocuklara bakan hizmetçilerin etrafta koşturduğunu gözünüzde canlandırabilirsiniz. Passeig de Gràcia, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında böyle bir caddeydi. Bulvarın kaldırımlarında Gaudi tarafından tasarlanan organik kaldırım taşlarını ve bulvar boyunca beyaz mozaikli bankları ile Pere Falqués’in sokak lambalarının eşsiz ışıklarını görebilirsiniz. ) gideceğiz ( 13.30 ). Caddeyi gezip etraftaki restoranların birinde yemek yedikten sonra yürüyerek Parc de la Ciutadella‘ ya ( Denize yakın kısmı 1892 yılında 14 hektarlık alan üzerine kurulmuş Barselona Hayvanat Bahçesi’ne ayrılmış olan Park, Kral 5. Felipe tarafından 1714 İspanya Veraset Savaşı sonrasında kentin güvenliği için inşa ettirilen bir kalenin yerine 1888’de düzenlenmiştir. Sınırları içerisinde Katalan Parlamentosu’na ait binanın da bulunduğu park, yürüyüş yolları ve yeşil alanları sayesinde kent halkının ve turistlerin sıklıkla uğradıkları bir yer konumunda. Parka gittiğinizde öncelikle kent için pek çok eser üretmiş olan Gaudi’nin öğrenciyken katkıda bulunduğu Font Monumental’i ve Doğa Tarihi ile Jeoloji müzelerini ziyaret edebilirsiniz. Ardından Passeig Lluis Company Caddesi çıkışındaki Zafer Takı’na yönelebilirsiniz. Son olarak, Barselona tarihine sahip çıkan özellikleri ile ön planda olan Park, bu özelliğini Hivernacle Kış Bahçesi ve Umbracle serası ile kanıtlar. Birbirinden güzel bitki ve çiçeklerin sergilendiği bu tarihi bahçeleri mutlaka gezmelisiniz. ) gideceğiz ( 17.00 ). Parkı gezdikten sonra Triomf kemeri‘ ne ( 1888 senesinde, dönemin dünya fuarı olarak kabul edilen Barselona Evrensel Sergisi’ne gelen yabancı ziyaretçileri karşılamak için inşa edilmiş etkileyici bir kemerdir. Bu devasa kemer bir gezinti yolu olan Passeig Lluís Companys üzerinde yer almaktadır. Anıt, ülkedeki bir çok askeri anıtın aksine daha insanı unsurları temsil etmektedir. Günümüzde Barselona’nın ünlü simgesel yapılarından biri olan kemer, klasik bir tarzda inşa edilmiştir ve o zamanın Barselona’sını simgeleyen heykel tarzındaki süslemeleriyle dikkat çekmektedir. Kemer üzerindeki kabartmalar tarımı, sanayiyi ve ticareti yüceltmektedir. Kemerin tepesinde ise, İspanya’nın 49 eyaletinden kalkanlar ve onların üzerinde de Barselona’nın arması yer almaktadır. Barselona’nın modern dünyaya geçişinin bir yüzü olarak kabul edilen Arc de Triomf, önemli bir simgesel yapı olması ve sahip olduğu tarihi doku nedeniyle, Barselona’nın mutlaka görülmesi gereken simgesel yerleri arasında bulunmaktadır. ) gideceğiz ( 18.10 ). Kapının altında geçip fotoğraf çekildikten sonra yürüyerek Avinguda Diagonal’ a ( Barselona’nın en geniş ve en önemli caddelerinden biri olan Avinguda Diagonal, çevresindeki sokakların ızgara desenine göre çapraz olarak ikiye böler. İnşasına 19. yüzyılın ortalarında başlanan cadde, yaklaşık 11 kilometre uzunluğunda olup güneybatıdan kuzeydoğuya tüm şehir boyunca uzanmaktadır. Avinguda Diagonal’ın her iki tarafında inşa edilmiş çok sayıda bina, Katalan modernizminin bir vitrinidir. Cadde boyunca sıralanmış büyük mağazalar, alışveriş merkezleri ve tasarımcı butikleri ile Barselona’nın en iyi alışveriş yerlerinden biridir. Ayrıca tüm binaları hayranlıkla seyrederken dinlenmek için durabileceğiniz çok sayıda kafe ve restoran da bulunmaktadır. ) gideceğiz ( 19.10 ). Caddeyi gezdikten sonra yürüyerek Plaça de la Virreina‘ ya ( 1878 yılında mimar Josep Artigas tarafından inşa edilmiş olan Meydan, etrafındaki az katlı işçi evleri ve bir kilise ile hala bir kasaba ruhunu canlı tutmaktadır. Oldukça sade bir yapıya sahip olan Sant Joan Kilisesi bu döneme ait bir yapıdır. Meydan, Gracia sakinlerinin en sevdiği yerlerden biridir ve her daim oldukça kalabalıktır. Arabaların sadece tek taraftan geçişine izin verildiği için meydan, her daim sakin ve huzurludur. Samimi ve kozmopolit bir atmosferle ziyaretçilerini karşılayan Virreina Meydanı, meydana bakan kilisesi, Barselona’da birçok kişinin buluşma noktası olması ve keyifli barları ile Barselona’daki görülmeye değer yerler arasında bulunmaktadır. ) gideceğiz ( 21.00 ). Bu caddeyi de gezdikten otelimize gideceğiz.
4. Gün Barselona ( Hotel Pelayo )
Sabah otelde kahvaltı yaptıktan sonra ( 10.00 ) arabayla La roca village‘ a ( Dünyanın en iyi markalarından bazılarının yüzden fazla mağazasının yer aldığı bir açık hava outlet alışveriş merkezi olan La Roca Village’ı ziyaret etmelisiniz. Ünlü marka çeşitlerine ek olarak, La Roca Village’ın ana çekiciliği fiyatlarıdır: Mağazalarının çoğu, normal mağaza fiyatları üzerinden büyük indirimler sunar. La Roca Köyü, Barselona’ya 45 dakika uzaklıktadır. 130 outlet mağazası ve butikten oluşan açık hava alışveriş merkezidir. Adını, pastel renkli binaları ve Arnavut kaldırımlı sokaklarıyla küçük bir İspanyol kasabasınınkini yansıtan benzersiz tasarımından alıyor. La Roca Köyü, dünyanın en ünlü markalarının birçoğunun mağazalarına ev sahipliği yapmaktadır: Burberry, Calvin Klein, Gucci, Nike, Levi’s gibi markalar bunlardan sadece birkaçıdır. ) gideceğiz ( 11.40 ). Açık hava alışveriş bölgesini gezdikten sonra arabayla Labirent d’Horta Park‘ına ( Laberint Parkı, Avrupa’daki en önemli sanatsal bahçecilik örneklerinden biri olarak kabul ediliyor. 19. yüzyılda restore edilerek yeniden düzenlenmiş olan park, adını polenli servi ağaçlarından yaratılan labirentten almaktadır. Daha çok İspanyol halkı arasında popüler gezi duraklarından biri olan park, son zamanlarda turistlerin de Barselona gezilecek yerler listesine eklediği çekim merkezlerinden biridir. Barselona’nın en eski parkı olan Park, muhteşem tapınaklar, zambak kaplı göletler, mitolojik figürlerin heykelleri ve bir servi labirentiyle turistlerin ilgisini çekiyor. Şehirdeki en çok fotoğraflanan yerlerden bir tanesi olan park, diğer önemli cazibe merkezlerinden biraz uzak bir yerde bulunuyor olsa da metrolarla kolayca ulaşılabilmektedir. Doğal yeşil çitlerin oluşturduğu bir labirenti anımsatan şekliyle park, bir akşam üzeri uğrayıp dolaşmak ve yoğun turist trafiğinden uzaklaşmak için gidilecek en güzel yerlerden biridir. Neoklasik tarzıyla dikkat çeken park, İtalyan mimar Domenico Bagutti tarafından 1792 yılında inşa edilmiştir. Desvalls ailesine ait olan park, 1967 yılında Barselona’ya hediye edilmiş ve 1971 yılında ise halka açık bir park olarak açılmıştır. Parkın ormanlık ortamı ona romantik bir dokunuş katsa da, o zamanlar neo-klasik bahçelerin yaygın zevkine göre düzenlenmiş toplam 55 hektarlık kısmen peyzajlı bahçeler de vardır. Arazi keşfedilecek gizli köşelerle dolu, bazıları mitolojik figürlerin heykelleriyle süslenmiştir. Park aynı zamanda 19. yüzyılda Arabesk tarzında restore edilmiş ve yeniden dekore edilmiştir. Adını buzullu servi ağaçlarından oluşan labirentten alan park, Collserola Sırtı’nın eteğindeki bu şirin yeri ziyaret eden genç yaşlı herkesin boş zamanlarının tadını çıkarabilecekleri bir buluşma yeridir. ) gideceğiz ( 14.30 ). Parkı gezdikten sonra arabayla Carmel Bunkers‘ e ( Burası esasen iç savaş sırasında uçaksavar toplarını kurmak amacıyla kullanılan askeri bir nokta olmasına karşın, günümüzde ziyaretçiler için şehrin muhteşem manzarasını seyretmek için değerlendirilen bir seyir terası görevi görmektedir. 1990’lı yıllarda bu sığınaklar halka açılmış ve şehrin dayanıklılığını ve tarihini simgeleyen bir yer haline gelmiştir. Sığınaklar, 1992 yılındaki temizliğe kadar kurulan barakalar ile insanlar için bir sığınak olmuştur. 1937 yılında yapılmış olan bu sığınaklar, günde 200’den fazla bombayla vurulan Barselona’nın korunmasında büyük rol oynamıştır. Özellikle muhteşem gün batımı manzarasını seyretmek için bu etkileyici tepeye gelmenizi öneriyoruz. Her ne kadar kalabalıklaşsa da karşıalaşacağınız manzara ile etrafınızdaki insanları unutacaksınız. Tepelik alan hem bu manzarası hem de zengin tarihi ile gün geçtikçe turistler arasında daha popüler hale gelmiştir. ) gideceğiz ( 16.20 ). Bahçeyi gezdikten sonra yürüyerek Park Güell‘ e ( Bu park, ne İspanya’da ne de Avrupa’da görebileceğiniz parklardan biridir. Antoni Gaudi’nin bir başka eseri olan Park Güell, tam fotoğrafçılar için. Farklı tarzı ve mimarisiyle ilgi gören park, her yaştan turistin keyifli dakikalar geçirebileceği cazibe merkezlerinden biri. Kartpostallık fotoğraf kareleri yakalayabileceğiniz bu park, diğer turistik noktalara biraz ters bir yerde bulunuyor olsa da, Barselona’da gezilecek en önemli yerler arasındadır. Bu parkı ziyaret etmenin amacı, parkın ana terasında Barselona’nın eşsiz manzarasını seyretmek, güzel fotoğraf kareleri yakalamaktır. Fakat hala Gaudi’ye doyamadıysanız, parkta bulunan ”Gaudi Evi Müzesi”ni de ziyaret edebilirsiniz. Antoni Gaudi’nin 1906’dan 1926 yılına kadar yaşadığı bu ev, pek popüler olmasa da, Gaudi’yi merak edenler için oldukça bilgilendirici bir müzedir. ) gideceğiz ( 17.00 ). Parkı gezdikten sonra yürüyerek Creueta del Coll Parkı‘ na ( Barselona’nın Gracia semtine gelenler için yapılacak en keyifli şeylerden birisi de La Creueta del Coll Park’ını ziyaret etmek olacaktır. İsmi “Tepenin Köşesindeki Park” anlamına gelen bu park, özellikle sıcak yaz aylarında gidilebilecek eğlenceli yerlerden biridir. Çünkü parkın en iyi kısmı halka açık büyük yüzme havuzudur. Çoğu kişi tarafından bilinmeyen bu park şehrin keşfedilmesi gereken durakları arasında bulunmaktadır. Havuzun yanı sıra park içinde pinpon masaları, oyun alanları ve piknik alanları gibi imkanlar da bulunmaktadır. Ayrıca bisiklete binmek, spor yapmak ya da sadece dinlenmek için bu parkı tercih edebilirsiniz. Parkın her yanına dağılmış büyük ağaçlar, havaların sıcak olduğu zamanlarda sunduğu gölgelik alanlar sayesinde burayı halkın en popüler uğrak yerlerinden biri haline getirmektedir. İnsanlar buraya gelerek hem havuzda serinleyebilmek de hem de gölgelik alanların tadını çıkarabilirsiniz. Özellikle Barselona’da ücretsiz yapılacak şeyler arıyorsanız bu parkın tam size göre olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Parka geldiğinizde 50 tonluk ilginç bir heykel olan Suya Övgü Heykeli de görülmesi gereken detaylar arasında bulunmaktadır. Sakin bir göletin üzerinde duran ve dört çelik kabloyla desteklenen heykel Eduardo Chillida tarafından yapılmıştır. ) gideceğiz ( 18.20 ). Parkı gezdikten sonra otelimize gideceğiz.
5. Gün Barselona ( Hotel Pelayo ) – Madrid ( Motion Chueca Hostel )
Sabah otelde kahvaltı yaptıktan sonra ( 10.00 ) arabayla sonra arabayla Tibidabo Tepesi‘ ne ( Yapımına 1902 yılında başlanan ve Modernist-Neo Gotik tarzları harmanlanarak 60 yılda tamamlanan görkemli Kutsal Yürek Kilisesi’nin bulunduğu 512 metre yüksekliğe sahip Tepe, Collserola Dağları’nın en yüksek kısmını oluşturmaktadır. Latince’de “Tibi babo”, “sana sunuyorum” demektir. Efsaneye göre şeytan, Hz. İsa’yı tepeye çıkarıp muhteşem şehir manzarasını göstererek “sana sunuyorum” demiş. Tepenin adı bu rivayete dayalıdır. Konumu sayesinde konuklarına etkileyici kent manzarası sunan tepede kilise dışında ayrıca en üst kısmına asansörle çıkabileceğiniz 288 metre uzunluktaki iletişim kulesi ile 1908 yılında açılan, kentte eski moda oyuncakların çalışmakta olduğu tek lunapark statüsündeki Parc d’Atraccions del Tibidabo yer alıyor. Barselona tatili sırasında keyif dolu saatler yaşamanızı sağlayacak tepeye ulaşmak için füniküleri kullanabilir veya Katalonya Meydanı’ndan kalkan Tibi Bus’a binebilirsiniz. Hatta üzerinde gerektiğinde mola verebileceğiniz kafelerin bulunduğu patikada yürüyerek de bahsettiğim 3 mekâna ulaşabilirsiniz. ) gideceğiz ( 11.10 ). Tepeden fotoğraf çekilip manzaraya baktıktan sonra arabayla Bellesguard‘ a ( Antoni Gaudi tarafından tasarlanan başka bir ünlü dönüm noktası olan Bellesguard, Casa Figueres olarak da bilinmektedir. Ortaçağ ve modern mimariyi birleştirmesiyle tanınan yapı, Katalan kralı Martin the Humane’nin eski Ortaçağ evinden esinlenmiştir. Gaudi bu binayı Art Nouveau ve Gotik tarzın karışımıyla inşa etmiş ve Barselona’nın güzel panoramik manzaralarına atıfta bulunan Bellesguard adını vermiştir. Ayrıca şu anda konutun bir parçası olan bir Ortaçağ kalesinin kalıntılarını da yeniden inşa etmiştir. Binanın içi karanlık cepheyle tezat oluşturuyor. Bina parlak ve ışıkla dolu. Alçı ve kireç boyasıyla boyanmış merdiven boşluğunun parlak beyazı, Gaudi’nin tasarladığı formlara odaklanır. Gaudi cephe için Gotik tarzdan ilham alırken, iç mekan İslam, Yahudilik ve Hıristiyanlığın üç büyük dünya dini tarafından şekillendirilen Mağribi ve Mudejar mimarisini anımsatmaktadır. Renkli duvar karoları ve kavisli kemerleri ile merdiven, binaya bir Endülüs sarayı havası veriyor. ) gideceğiz ( 13.00 ). Kaleyi gezdikten sonra arabayla Catalunya en Miniatura‘ ya ( Sagrada Familia’dan Barselona Katedrali’ne kadar Barselona’daki en önemli yerlerin minyatur kopyalarını yakından görmek için bu minyatür eser merkezini mutlaka ziyaret etmelisiniz. Park, 60.000 m²’lik bir alanı kaplamaktadır ve dünyanın en büyük minyatür parklarından biri olarak kabul edilmektedir. 1983 yılında açılan parktaki her modelin inanılmaz ayrıntılarını ve çalışmalarını incelerken, minyatür parkın içinde, Barselona’nın sokaklarında dolaşarak kendinizi dev gibi hissedebilirsiniz. Park, yetişkinlerin olduğu kadar çocukların da ilgisini çekebilecek muhteşem yerlerden biridir. ) gideceğiz ( 15.40 ). Minyatür merkezini gördükten sonra arabayla El Capricho Parkı‘ na ( 1784 yılında Osuna Dükü ve Düşesi tarafından Madrid’in eteklerinde inşa edilen park, şehrin en güzel ve en az bilinen parklarından biridir. İspanyol romantik tarzında tasarlanmış tek parktır. Madrid’in en büyüleyici yeşil alanlarından biri olmasına rağmen, henüz popüler bir gezi rotası değil. Başlıca ilgi çekici yerlerden biri, Fransız işgalinden sonra restore edilen on sekizinci yüzyıl sarayı ve sakinlerini temsil eden gerçek boyutlu bebeklerin bulunduğu tam donanımlı bir çiftlik evi olan Casa de la Vieja’dır. Parkta bulunan bir diğer mücevher ise, Merkez Bölge Cumhuriyet Ordusu’nun karargahı olarak hizmet veren İspanya İç Savaşı’ndan kalma bir sığınaktır. Bu 2000 m2’lik sığınak, yerin 15 metre altında bulunuyor ve askerleri 100 kg’a kadar bombalardan koruyabiliyordu. 1937’de inşa edilen bu site, cephe hattından uzak olması, mükemmel iletişim altyapısına sahip olması ve etrafı ağaç ve çalılarla çevrili olduğu ve iyi gizlendiği için seçildi. Capricho Parkı, El Retiro kadar popüler olmasa da, özellikle yazın en sıcak günlerinde, büyüleyici alanlarını keşfetmek ve bereketli bitki örtüsünün tadını çıkarmak için gidilebilecek en güzel yerlerden biridir. ) gideceğiz ( 21.30 ). Parkı gezdikten sonra otelimize gideceğiz.
6. Gün Madrid ( Motion Chueca Hostel )
Sabah otelde kahvaltı yaptıktan sonra ( 10.00 ) yürüyerek Callao Square‘ a ( Başkentin merkezinde 1866 yılında açılan meydan, İspanya-Peru arasındaki Callao savaşına adanarak isimlendirilmiştir. Puerto del Sol ve Plaza Mayor’dan sonra yakınlardaki üçüncü buluşma noktası olup, şehrin en canlı noktalarından biridir. 21. yüzyılda yeniden tasarlanan meydan, Avrupa’nın daha sakin meydanlarına nazaran Tokyo ve New York’u anımsatan canlılığa ve modern binalara ev sahipliği yapmaktadır. Yılda yaklaşık 113 milyon insanın geçtiği meydan, 2005 yılında tamamen yayalaştırıldı. Meydan etrafını çevreleyen Callao Sinema Binası, Press Palace ve Carrion Binası alanın simgelerinden biri. 1933 yılında inşa edilen 14 katlı Carrion Binası, inşa edildiği dönemde şehrin en yüksek binalarından biriydi. Üzerinde yer alan Schweppes reklam panosu ise şehrin en tanınmış sembollerinden biri haline gelmiştir. Binanın retro mimarisi ise hem benzersiz hem de ilgi çekicidir. Meydan etrafında yer alan kafeler ve restoranlar ise şehrin en kaliteli işletmeleri arasında gösterilmektedir. Her daim kalabalık olan Callao Square, Madrid’in gençleri için de en büyük buluşma noktasıdır. ) gideceğiz ( 10.15 ). Meydanı gezdikten sonra yürüyerek Gran Via caddesi‘ ne ( İspanya’nın Broadway’i ya da İstanbul’dan örnek verirsek Nişantaşı gibi bir caddedir. Madrid seyahatinden dönen gezginlerin genellikle en çok aklında kalan yerlerden biridir. Cadde 100 yıldan daha uzun süreli bir tarihe sahiptir. Gran Via’nın öne çıkan özelliklerinden biri ise buradaki Art Deco/İspanyol mimarisini yansıtan binalar. Alcala Caddesi ile Plaza de Espana arasında uzanan cadde boyunca bu tarihi binaları incelemek bile hafızalarda keyifli bir Madrid anısı bırakıyor. 1300 metre uzunluğundaki Gran Via’da restoranlar, kafeler, tiyatro ve sinemalar, çok sayıda alışveriş merkezi ve ünlü markaların mağazaları bulunmaktadır. Ayrıca cadde Madrid’de sabahın ilk ışıklarına kadar eğlencenin sürdüğü yerlerden biri. Gece hayatını seviyorsanız caddede tüm enerjinizi atabileceğiniz birçok eğlence mekanı bulunmaktadır. Gran Via’da en çok dikkat çeken unsurlardan biri ise bazı binaların çatılarında heykellerin olmasıdır. Özellikle Zafer Tanrıçası Nike’ın Metropolis binası üzerine 1975 senesinde koyulan heykeli etkileyici detaylara sahiptir. ) gideceğiz ( 11.25 ). Caddeyi gezdikten sonra yürüyerek Plaza de Cibeles‘ e ( Kibele Sarayı ve önündeki çeşme ile dünyanın dört bir yanından Madrid’e gelen turistlerin en çok ziyaret ettikleri yerlerden biridir. Türkçe ismiyle Kibele Meydanı gün boyu süren kalabalığına karışarak çevredeki birçok mağazadan alışveriş yapabilirsiniz. Buradaki kafelerin de bir şeyler atıştırmak, biraz dinlenmek ve meydanı gözlemlemek için oldukça keyifli bir ambiyansı var. Meydanda göreceğiniz çeşme ise güzelliği ile Madrid’in en çok fotoğraflanan yapıları arasında bulunuyor. Çeşmedeki heykel, aslanların sürdüğü bir arabada oturan Yunan Tanrıçası Kibele’yi tasvir ediyor. Çeşme Neoklasik tarzdaki mermerlerden yapılmıştır. Madrid’in simgelerinden biridir. Aynı zamanda Real Madrid taraftarlarının da kutlama yeridir. Kibele Çeşmesi’ni ve meydanı mümkünse akşam da gezebilirsiniz. Işıklandırmalar hem çeşmeye hem de meydandaki diğer yapılara etkileyici bir silüet kazandırıyor. Meydanda bulunan Kibele Sarayı da çok turistik bir yapıdır. Beyaz renkli dış mimarisi ile çok görkemli bir havası olan saray günümüzde belediye binası olarak kullanılıyor. ) gideceğiz ( 13.15 ). Meydanı gezdikten sonra yürüyerek Puerta de Alcalá‘ ya ( Neoklasik bir tarzda inşa edilmiş olan bu takı, kralların İspanya’nın başkentine gelişini kutlamak için Kral 3. Carlos tarafından yaptırılmıştır. Anıt, Francesco Sabatini tarafından tasarlanmış ve 1769 ile 1778 yılları arasında inşa edilmiştir. Yaklaşık 30 metre yüksekliğindeki granit giriş kapısıyla dikkat çeken Puerta de Alcala, Cibeles Meydanı’na kısa bir yürüyüş mesafesindedir. Yapının cephesi heykeller, başlıklar ve dekoratif kabartmalarla süslenmiştir. Şehre erişim sağlayan beş eski kraliyet kapısından biri olan Puerta de Alcala, Retiro Park’ın yanında ve Alfonso XII veya Serrano gibi önemli caddelerin birleştiği yerde, Madrid’in turistik ikonlarından birini oluşturmaktadır. ) gideceğiz ( 14.40 ). Meydanı gezip etraftaki restoranların birinde yemek yedikten sonra yürüyerek El Retiro Parkı ( Parque Del Retiro)‘ na ( Madrid’in en ünlü parkı olarak gösterebileceğimiz Retiro, 1700’lü yıllardan bugüne şehrin en özel bahçelerine ev sahipliği yapmaktadır. Kraliyet ailesi için bir sığınak olarak yaratılan park, hem yerli halkın hem de turistlerin sıklıkla ziyaret ettiği gezi noktalarından biridir. Parkın tam orta noktasında oldukça büyük bir yapay göl bulunmaktadır. Burada ördek ve kuşları gözlemleyebilir, 1-2€ karşılığında kayık kiralayarak göl üzerinde gezilirsiniz. 1634 ve 1636 yılları arasında mimar Cristobal de Agullera tarafından inşa edilen bu muazzam göl, Buen Retiro Sarayı bahçesinin kalbiydi. Gölet üzerinde Casita del Pescador ismiyle anılan küçük bir ev bulunmaktadır. Parkın daha az rağbet gören girişlerinden birinde yer alan bu küçük anıt, kısa bir yürüyüşün ardından görebileceğiniz güzel bir yapıdır. Diğer yandan park içerisinde yer alan oyun parkları, çocuklu aileler için keyifli bir ortam sunuyor. Park’ta mutlaka görmeniz gereken ikonik yapılar arasında Palacio de Cristal yer almaktadır. Madrid’in en önemli gezi noktalarından biri olarak gösterilen Kristal Sarayı’nın tamamı camdan yapılmıştır. Tamamen cam panellerden oluşan ve güneş ışığını direkt alan bina içerisinde etkileyici sanat sergileri de yer alır. Bina çevresi de kurbağalar ve ördeklere ev sahipliği yapan küçük bir göl ile çevrilidir. Sarayı ziyaret ettikten sonra tam da bu noktada harika fotoğraflar çekebilirsiniz. Bunların yanı sıra park içerisinde eşsiz güzellikle kapalı bahçeler yer almaktadır. Jardines de Cecilio Rodríguez ismiyle bilinen, labirent benzeri çalıları ve ağaçları takip ederek bu güzel bahçeleri gözlemleme şansı elde edebilirsiniz. Bu bahçelere dair çok özel bir özellik var ki oda tavus kuşlarının yaşıyor olması. Madrid’e Mayıs ayında seyahat etmeyi düşünüyorsanız Retiro Park içerisindeki La Rosaleda isimli gül bahçelerini ziyaret etmenizi şiddetle tavsiye ederiz. Bu dönemde 4 binden fazla gül çiçek açar ve sizleri bir masalın içerisine sürükler. ) gideceğiz ( 17.00 ). Parkı gezdikten sonra yürüyerek Plaza de Santa Ana‘ ya ( Plaza de Santa Ana, meydanlarıyla ünlü Madrid’in en sıcak enerjili ve keyifli yerlerinden biridir. Santa Ana Meydanı gün boyunca canlı ancak akşam saatlerinde bir başka güzel. Özellikle güzel bir akşam yemeği için Santa Ana Meydanı’ndaki restoran ve kafelere yönelmek iyi bir tercih olacaktır. Meydanın çevresi samimi ortamlarıyla insanları kendine çeken restoran ve kafelerle çevrili. Aynı zamanda mekanların menüleri de oldukça beğeniliyor. Bir de Santa Ana Meydanı’nın tapas barları meşhur; fırsat bulursanız birine oturup İspanyol geleneklerini daha yakından deneyimleyebilirsiniz. Meydanda aynı zamanda görüp inceleyebileceğiniz heykeller de yer almaktadır. Bunlardan ilki Granadalı ünlü şair Federico Garcia Lorca’ya ait. Diğer heykel ise İspanya’nın önde gelen yazarlarından biri olan Pedro Calderon de la Barca’nındır. Madrid’deki Centro semtinde bulunan Santa Ana Meydanı Puerta del Sol’a da yakın bir konumda. Çevresindeki yemyeşil ağaçlarıyla dikkat çeken Santa Ana’da trafik de sorun değil. Trafik nedeniyle herhangi bir rahatsızlık duymadan meydanda keyifli Madrid saatleri geçirebilirsiniz. ) gideceğiz ( 18.30 ). Caddeyi gezdikten sonra yürüyerek Puerta Del Sol‘ a ( Madrid’in en ünlü merkez meydanlarından biri olan Puerta del Sol, aynı zamanda şehrin simgesel yapılarına da ev sahipliği yapmaktadır. İspanya’nın ana meydanı diyebileceğimiz alan, 15. yüzyılda şehir surlarının kapılarından biriydi. 1857-1862 yılları arasında ise Lucio del Valle, Juan Rivera ve Jose Morer tarafından yeniden tasarlandı ve bugünkü halini aldı. Venedik’teki San Marco Meydanı’na benzer özellikler gösteren Puerta del Sol, yeni yıl kutlamalarının yapıldığı bir toplantı alanı aynı zamanda. Puerta del Sol’da 1931 yılında 2. Cumhuriyet’in ilanı ve 2011’de İspanyol demokrasisi için büyük bir gösteri olan 15-M Hareketi gibi çeşitli önemli olaylar gerçekleşti. Meydanda Casa de Correos’un hemen dışında, İspanya’nın 6 ulusal yolunun resmi başlangıç noktası olarak kabul edilen ‘’kilometre sıfır’’ taş levhası görülür. 1950 yılında meydana kaldırımına yerleştirilen taş zaman içinde okunmaz hale gelmiş bu sebeple de 2009 yılında yeni ve daha parlak bir taş ile değiştirilmiş. Madrid’in en ünlü simgesine ev sahipliği yapan meydan ortaçağda şehrin sembolü olan ayılar ve ormanlarda yer alan çilek ağaçlarını konu alan El Oso y el Madroño (ayı ve çilek ağacı heykeli) yer almaktadır. 1967 yılında inşa edilen heykel, Madrid halkı ve turistler için popüler bir buluşma noktası olmuştur. Real Casa de Correos ( Postanenin Evi), olarak anılan ve 1962’den beri meydanın en önemli simgesi olarak gösterilen saat, İspanyolların yeni yıl geleneğine göre yeni yıl arifesinde on iki üzümün yenilmesini temsil ediyor. ) gideceğiz ( 19.45 ). Meydanı gezdikten sonra yürüyerek Plaza Mayor ( Mayor Meydanı)‘ a ( Madrid’in kalbinde, tarihi bölgede yer alan Plaza Mayor, 15. yüzyıl sonunda dönemin en popüler pazarına ev sahipliği yapan Plaza del Arrabal’ın üzerine inşa edilmiştir. 1580 yılında ise Juan de Herrera tarafından yeniden modellenmiştir. Plaza Mayor üzerine ilk inşa edilen bina ise Casa de la Panaderia fırınıdır. Uzun yıllar boğa güreşleri, dramatik gösteriler ve şövalye turnuvaları için hizmet eden meydan, toplamda 9 girişten oluşuyor. Meydanın dokuz girişinden en ünlüsü ise Arco de Cuchilleros. Kemer, 1790 yılındaki yıkıcı yangından sonra meydanı kapatmaya ve dokuz kemeri yükseltmeye karar veren mimar Juan Villanueva’nın çalışması. Diğer bir ünlü meydan Puerta del Sol’a yalnızca bir sokak uzaklıkta yer alan meydan çevresi, 3 katlı ve 237 pencereli kültür ve belediye binası ile çevrilidir. Meydanın tam orta noktasında ise 1616 yılında yaptırılan Kral Philips III. ait atlı bronz bir heykel yer alır. Bugün Madrid’in önemli bir buluşma noktası olmaya devam eden Plaza Mayor, Arnavut kaldırımları, açık hava kafeleri ve oyun salonlarının gölgesi altında popüler bir turistik nokta. Burada dolaşmak veya kafelerde oturmak hem turistler için hem de halk için yapılacak en keyifli şeylerden biridir. ) gideceğiz ( 21.00 ). Meydanı gezdikten sonra otelimize gideceğiz.
7. Gün Madrid ( Motion Chueca Hostel ) – Valensiya
Sabah otelde kahvaltı yaptıktan sonra ( 10.00 ) arabayla Plaza de Espana‘ ya ( Gran Via’nın batı ucunda yer alan popüler turistik meydanlardan bir diğeri olan Plaza de Espana, şehrin en önemli gökdelenlerinden ikisine oldukça yakın bir konumdadır. Meydanın tam orta noktasında kendisi ile aynı tarihte inşa edilen Miguel de Cervantes’e ait bir anıt yer almaktadır. Cervantes Anıt’ı, Don Kişot ve Sancho Panza heykelinin önünde arkasındaki gökdelenler Torre de Madrid ve Edificio Espana ile birlikte İspanyol başkentinin en iyi manzaralarından birini oluşturan dikdörtgen biçimli bir gölet yer almaktadır. ) gideceğiz ( 10.25 ). Meydanı gezdikten sonra yürüyerek Debod Tapınağı’ na ( Yine de güzel bir tarihi yer olan Debod Tapınağı, eski bir Mısır Tapınağı olması açısından önemli bir yere sahiptir. Oldukça popüler olan biri olan bu dini tapınak, Mısır’dan bir özgürlük olarak 1968’de Madrid’e katıldı. Tapınağın tarihi ise M.Ö. 2. yüzyıla kadar uzanmaktadır. O dönemde Kral Adıkhalamani için inşa edilmiş olan tapınak, birbirinden iyi performanslara, kapasitelerin etrafındaki güzel bir bahçeye ve açık havuzlara sahiptir. Tahminin yapıldığı gibi, Debod Tapınağı’nın orijinali aslında Madrid değildi. Yapı, eski Mısır’da tanrı Amun ve çağdaş İsis’i ödüllendirmek için inşa edilmiş otantik bir tapınaktır. Orijinal konumu, Nil Nehri’ne yakın Asvan’ın yaklaşık 15 km güneyindeydi. Mısır’ın dışında bulunan dünyanın birkaç Mısır yapısından biri olarak, benzersiz tarihi, Madrid’in diğer birçok büyüleyici manzarası arasında öne çıkıyor. Tapınağın içi bir salon, birkaç şapel ve küçük bir müze içermektedir. ) gideceğiz ( 12.00 ). Tapınağı gezdikten sonra yürüyerek Casa de Campo‘ ya ( Madrid’in en büyük parkı olan Casa de Campo, şehir merkezine yakın konumu ve huzurlu atmosferiyle görülmesi gereken yerler arasındadır. Yoğun turist trafiğinden az da olsa uzaklaşmak isteyenlerin göz atabileceği bu parkta, birçok tarihi ve turistik cazibe merkezi de görülebiliyor. 1931 yılında park haline getirilen alanın tarihi ise 1562 yılına, II. Felipe dönemine kadar uzanıyor. Eskiden bir avlanma yeri olarak kullanılan alan günümüzde hem yerel halkın hem de turistlerin en çok zaman geçirdiği cazibe merkezlerinden biri olarak biliniyor. Casa de Campo şu anda şehrin ana akciğeri olarak biliniyor ve vatandaşlar için bir eğlence ve eğitim yeri olarak amacına ilişkin çok sayıda aktiviteye ev sahipliği yapmasıyla öne çıkıyor. Ayrıca Madrid Hayvanat Bahçesi ve eğlence parkı da burada bulunuyor. ) gideceğiz ( 14.00 ). Parkı gezdikten sonra arabayla Juan Carlos I Parkı‘ na ( 1992 yılında Madrid’in kültür başkenti seçilmesinin ardından açılan belediye parkı, 160 hektarlık alan üzerine kurulmuştur. Oldukça büyük bir göl ve nehre ev sahipliği yapan park, özellikle çocuklu ailelerin uğrak noktalarından biri. Birden fazla aktivite yapabileceğiniz parkta ücretsiz bisikletlerden alabilir, dağ bisikleti gezilerine katılabilir, kano kursları ve balıkçılık aktivitelerinde bulunabilirsiniz. Parkta yer alan nehir kıyısında yer alan çimenlik alanda birçok piknik masası bulunuyor. Aynı zamanda her yıl düzenli olarak ‘’MetroRock Festivali’’ de bu noktada bulunuyor. ) gideceğiz ( 16.15 ). Bu parkı da gezdikten sonra arabayla Benicalap Parkı‘ na ( Şehrin dışında Burjassot Naranjera İstasyonu’nun eski tesislerinde 1983 yılında inşa edilen El Parc de Benicalap Valencia Yaklaşık 80 bin m2’lik bir alanı olup Valencia’nın sembolik parklarından biri olarak kabul edilmektedir. Geniş spor alanları, yüzme havuzları, tiyatrosu ve çocuk oyun noktaları bulunan park; zeytin ağaçları, selvi, çam, defne, holm meşe, dut ağaçları veya çilek ağaçları ile çevrili Akdeniz orman bahçeleri şeklinde bitki örtüsüne sahiptir. Spor alanlarında; ziyaretçilerin tenis kortlarında, futbolda ve basketbolda spor yapabildikleri yerler mevcuttur. Açık havuzlar: Yaz sezonunda açık olan havuzlar, Biri yetişkinler ve biri çocuklar için olmak üzere Kanarya, hurma ağaçları, California palmiye ağaçları, şanslı palmiye ağaçları ve büyük yucas gibi bol bitki örtüsü ile çevrilidir: iki tane havuzu bulunmaktadır. Çocuk alanı; çocuklar için oyun parkları bulunur. Tiyatro bütün yıl boyunca, organize ve çeşitli sosyal ve kültürel etkinlikler oranize edilmektedir. ) gideceğiz ( 21.20 ). Parkı gezdikten sonra otelimize gideceğiz.
8. Gün – Valensiya ( Purple Nest Hostel )
Sabah otelde kahvaltı yaptıktan sonra ( 10.00 ) yürüyerek El Túria River Garden‘ a ( Valencia’nın en iyi bilinen cazibe merkezlerinden bir tanesidir. Şehrin yeşil akciğeri olarak biliniyor ve her yaştan ziyaretçiye hitap etmektedir. Yaklaşık 9 km uzunluğu sayesinde şehrin birçok noktasından geçen bu yeşil alan, İspanya’nın en büyük şehir parklarından biri olması bakımından da önemli bir yere sahiptir. Turias Bahçeleri kompleksinde birçok oyun alanını, ücretsiz fitness ekipmanlarını, güzel portakal ağaçlarını ve çiçek tarhlarını, 18 köprüyü ve çeşitli göletleri görebilirsiniz. Sabah ve akşam yürüyüşlerinin popüler adreslerinden olan bu alan, 1957’de Turia nehrinin ölümcül bir selinden sonra inşa edilmiştir. Çocuklu ailelere de hitap eden park, ayrıca Valencia’nın olmazsa olmaz turistik cazibe merkezlerinden olan Sanat ve Bilim Şehri (Ciutat de les Arts y les Cièncias), Valensiya Modern Sanat Enstitüsü ( Institut Valencià d’Art Modern), Gulliver Parkı ve Torres de Serranos’u bulacağınız bir yerdir. ) gideceğiz ( 10.10 ). Parkı gezdikten sonra yürüyerek Jardines del Real‘ a ( Kentin ana cazibe merkezidir ve Museo del Bellas Artes yakınında yer almaktadır. Tarihi, kültürü, manzarası ve botanik çeşitliliği nedeniyle kentin en sembolik bahçesi olarak kabul edilen jardines del real; şehrin en büyük parkı ve dinlenmek için ideal bir yerdir. Kraliyet Bahçeleri veya diğer adıyla Jardines del Real, antik kent merkezinden Turia nehir yatağının karşısında yer alıyor olup bir dönem Kraliyet Sarayı’nı içerisinde barındırmaktaydı. 20. yüzyıl boyunca bahçeler yeniden doldurulmuş ve güzelleştirilmiştir.şimdi ise Pazar sabahı yürüyüşleri için favori bir destinasyon haline gelmiştir. Ziyaretçileri memnun edeceği güzelliklerden sadece birkaçı; palmiye ağaçları, antik ağaçlar, çok sayıda heykel ve anıtsal çeşmeler, görkemli gül bahçesi, bu bahçenin Valensiyalıların hafta sonunu geçirmek ya da farklı kültürel etkinliklerin ya da konserlerin tadını çıkarmak için gözde yerlerinden biri. Ekolojik ve peyzaj değeri, yayılımı ve botanik çeşitliliği nedeniyle kentin en sembolik bahçesi olarak kabul edilebilmektedir. Her yıl Conciertos de Viveros, Feria de Julio (yaz partileri) çeşitli etkinliklere ev sahipliği yapan parkta bunun yanı sıra bazı sanatçılar performanslarını sergilerler. ) gideceğiz ( 11.10 ). Bahçeyi gezdikten sonra yürüyerek Torres de Serranos (Ancient Town Gate)‘ a ( Pere Balaguer önderliğinde 1392-1398 yılları arasında inşa edilen Torres de Serranos, bir zamanlar kentin kuzeyinde yer alan ve Barcelona’ya doğru uzanan yoldaki trafiği kontrol etmek için kullanılıyormuş. Hatta çift kuleli bu kapı, 1586’dan 1887’ye kadar zengin asilzadelerin ve şövalyelerin alıkonulduğu bir hapishane görevi görmüş. Valencia’nın eski şehir surlarından günümüze ulaşabilen birkaç bölümünden biri olan Serranos Kapısı, ziyaretçilerine Barrio del Carmen ve eski nehir yatağını da kapsayan enfes manzarayı seyretme fırsatı veriyor. Plaza de Los Fueros üzerindeki kapı ayrıca şubat ayının son pazar günü geleneksel Las Fallas Festivali’nin açılış törenlerine sahne oluyor. ) gideceğiz ( 12.15 ). Kapıyı gezdikten sonra yürüyerek Plaza de la Reina‘ ya ( Valencia Katedrali’nin ve çan kulesinin görkem kattığı Plaza de la Reina, zaman geçirmekten zevk alacağınız, Eski Kent’in kalbine yakın konumdaki bir diğer meydan. Ortası çiçeklerle süslü bu cazibe noktasını, kentteki neredeyse hemen her meydanda olduğu gibi çok sayıda kafe ve restoran çevreliyor. Haliyle buradaki atmosfer, günün büyük bölümünde hareketli oluyor. Plaza de la Virgen’e birkaç adım uzaklıktaki Kraliçe Meydanı’na açılan dar sokaklara girdiğinizde çeşitli ürünlerin satıldığı küçük dükkânlarla karşılaşabilirsiniz. Tabii öncesinde Valencia’ya özgü lezzetlerin peşindeki gastronomi tutkunlarını kendisine çeken meydanı bir de kuş bakışı görmek için katedralin çan kulesine çıkabilirsiniz. ) gideceğiz ( 13.40 ). Meydanı gezdikten sonra yürüyerek Plaza de la Virgen‘ e ( Tarihi Roma dönemine kadar uzanan Plaza de la Virgen, merkezindeki Neptün Çeşmesi’yle diğer meydanlardan kolayca ayırt edilebiliyor. Silvestre Edeta’nın eseri olan bu çeşme, en az meydan kadar ilgi çekiyor. Yerel halkın ve turistlerin buluşma yeri olarak tercih ettiği bu tarihi meydan, birbirinden güzel tarihi binalarla çevrili. Ayrıca yakınlarda çok sayıda restoran, bar ve cafe de bulabilirsiniz. Valencia’nın kalbinin attığı yerlerden biri olan Plaza de la Virgen, tarihi şehir merkezinde bulunuyor ve araç trafiğine de kapalı. Bu yüzden meydanı ve çevresini yürüyerek çok rahat bir şekilde keşfedebiliyorsunuz. Valencia yaşamının günlük ritmini izlemek, tarihi şehir binalarının fotoğraflarını çekmek ve kültürel kutlamaların tadını çıkarmak için Plaza de la Virgen’i ziyaret edebilirsiniz.) gideceğiz ( 15.00 ). Bu meydanı da gezip etraftaki restoranların birinde yemek yedikten sonra yürüyerek Valencia Katedrali‘ ne ( Mimari tarzların karışımı nedeniyle İspanya’nın en sıra dışı dini yapılarından biri olarak kabul ediliyor. Valencia’nın en önemli tarihi yapılarından biri olan katedralin bulunduğu yerde ilk zamanlarda Roma tapınağı ve daha sonraki yıllarda ise Mağribi tarzda bir camii bulunuyormuş. Yapımına 13. yüzyılda başlanmış olan katedralin 15. ve 17. yüzyılda tadilatı yapıldıktan sonra günümüzdeki halini almış. Çok büyük oranda orijinal halini koruyan katedralin dış kısmı, Romanesk mimari unsurları Orta Çağ’da sonradan eklenen heykelsi detaylarla birleştiriyor. Gotik ihtişamıyla göz kamaştıran iç mekan, Rönesans tabloları ve zarif Barok sanatıyla süslenmiş kasvetli yüksek tonozlu bir alana sahip. Puerta del Palau kapısı Romanesk döneminden, Puerta de los Apóstoles (Havarilerin Kapısı) ise 15. yüzyıldan kalmadır. Görkemli kubbeli tavanı ve mekanı aydınlatan gül penceresi ile iç mekan ilham verici bir ambiyansa sahip. Şapeller, Goya’nın tabloları ve Alonso Cano’nun bir haçı da dahil olmak üzere sanat şaheserleriyle süslenmiştir. Kutsal alanın öne çıkan bir özelliği, zarif tonozlu ve yıldız motifli Kutsal Kâse Şapeli’dir. Bu şapel, Cennetteki 12 havarinin bir sahnesini ve Meryem Ana’nın taç giyme törenini gösteriyor. En kutsal nesne, İsa’nın Kutsal Efkaristiya ayini gerçekleştirmek için kullandığı kadeh olduğu söylenen MS birinci yüzyıldan kalma bir eser olan Kutsal Kadeh’i içeren bir emanettir. Valencia Katedrali’nde ayrıca prestijli bir dini sanat koleksiyonu sergileyen Museo Catedral de València adlı bir müze vardır. Farklı zaman dilimlerinden (Gotik, Rönesans, vb.) çeşitli stiller sergileniyor. Müze, Mariano Salvador Maella ve Francisco de Goya’nın tabloları da dahil olmak üzere birçok olağanüstü sanat eserine sahip olduğundan ilginizi çekebilir. ) gideceğiz ( 18.30 ). Katedrali gezdikten sonra yürüyerek Torres de Quart‘ a ( Madrid’e giden tarihi yol üzerindeki Torres de Quart, Pere Bonfill gözetiminde 1441-1460 yılları arasında inşa edilmiş. Tıpkı Torres de Serranos gibi iki kuleye sahip olan kapının tasarımında, Napoli’deki Castell Nuovo’dan ilham alınmış. Yapımında kireçtaşı kullanıldığı için kapı, tarih boyunca Torres de la Cal adıyla da anılmış. Bir zamanlar kentin çevresini saran surlara güç katan Torres de Quart, 1623 yılında belediye meclisinin kararı ile kadınlar için hapishaneye dönüştürülmüş. 1932’ye kadar bu amaç doğrultusunda kullanılmaya devam eden tarihi yapıya dikkatlice baktığınızda birçok şarapnel izi görebilirsiniz. Bu izler, 1808 yılında gerçekleşen Fransız kuşatması sırasındaki yoğun bombardıman sonucunda oluşmuş. gideceğiz ( 19.40 ). Kuleyi gördükten sonra yürüyerek Lope de Vega Meydanı‘ na ( Valensiya’yı daha iyi tanımak için cadde ve sokaklarına atın kendinizi! Plaza de Lop de Vega’dan yürüyerek turunuza başlayın. Bu meydan içerisinde ve çevresinde görülecek pek çok nokta mevcut. Avrupa’nın en dar evi olan Plaza Lope de Vega burada bulunmaktadır. Bize kalırsa koskoca Avrupa’da en dar bina sıfatını almaya hak kazanarak ünlenen yapıyı bir ziyaret etmeniz gerekmektedir. Cadde üzerine gezerken uğrayıp bir fotoğraf karesi çekmek size bir şey kaybettirmeyeceği gibi güzel bir hatıra kazandırır. Buradan çıktığınız gibi soluğu Calle San Vicente’de alın ve burada yer alan Valencia Katedrali‘ni ve demir kapıları görmeniz gerekiyor. Ve geldik en can alıcı noktaya bu sizi hayli yoracak ama emin olun gördüğünüz manzara karşısında tüm yorgunluğunuzu unutacaksınız! 207 basamaktan oluşan sarmal merdivenleri çıktıktan sonra ayaklarınız altına serilen Valensiya karşısında büyüleneceksiniz. Artık bir şehir manzarasına karşı fotoğraf çekilirsiniz. ) gideceğiz ( 20.40 ). Meydanı gezdikten sonra yürüyerek Plaça Redona‘ ya ( Ünlü meydan tarih boyunca çeşitli isimler alan sembolik bir yapı olup; El Clot, Nova Meydanı, Dairesel Meydan, Regency Meydanı, Plaza del Cid ve son olarak Redona Meydanı adını almıştır. 1837 yılında Escrig Melchor tarafından balık ve et satışlarının yapıldığı küçük bir ticaret alanı olarak tasarlanmıştır. Plaza de la Reina’da biten Sant Vicent Màrtir caddesiyken diğer üç girişse meydanı çevrelen dar sokaklardan verilmiştir. 2008-2012 yıllarında yapılan yenileme çalışmalarıyla orijinal görüntüsünden uzak bir görüntüye kavuşan meydanın üstü kapatılarak bir Pazar haline getirilmiştir. Tüm dükkanlar yenilenerek sebze, meyve ve balıktan tutun tuhafiye, iplik, hediyelik eşya, ev için el sanatları bulabileceğiniz aradığınız her şeye kolaylıkla ulaşabileceğiniz bir alan haline getirilmiştir. ) gideceğiz ( 22.00 ). Meydanı da gezdikten sonra otelimize gideceği
9. Gün – Valensiya ( Purple Nest Hostel ) – Sevilla
Sabah otelde kahvaltı yaptıktan sonra ( 10.00 ) yürüyerek Plaza del Ayuntamiento‘ ya ( Çok sayıda Art Deco bina, cadde ve lüks butikler, büyük mağazalar, antika dükkanları ve çiçek satıcıları bulabileceğiniz Valencia’nın en işlek meydanıdır. Şehirdeki hemen her yere çok yakın bir konumda bulunan meydan, ayrıca Valencia’nın kalbinin attığı yerlerden biri olarak kabul ediliyor. Estació del Nord Tren İstasyonu’na 5 dakikalık yürüme mesafesinde olan meydan, aynı zamanda Fallas Festivali, Valensiya Günü Bölgesi ve Noel Doğumu Sahnelerinin yeniden canlandırılması gibi yıllık şenliklerin yapıldığı yer olmasıyla dikkat çekiyor. Meydanın ortasındaki çeşmenin yanı sıra, buradaki Belediye Binası ve Merkez Postanesi de göz atabileceğiniz yerler arasında. Bunun yanında meydan çevresinde çok sayıda restoran, cafe, bar ve alışveriş yapabileceğiniz meydanlarla dolu olan caddeler bulunuyor. ) gideceğiz ( 10.20 ). Bu meydanı da gezdikten sonra yürüyerek Calle Colón‘ a ( Eski Kent bölgesinin güneyinde yer alan cadde üzerinde yerli ve yabancı birçok markaya ait mağazalar sıralanıyor. Bu mekânların büyük çoğunluğu, modayı yakından takip eden alışveriş tutkunlarına hitap ediyor. Ancak farklı alanlara yoğunlaşmış dükkânlar da kentin bu kesiminde varlık gösteriyor. Plaza Tetuan’dan Xàtiva’ya kadar uzanan Calle Colón’da, birçok farklı kategoriden uygun fiyatlı ürünler bulmak için ziyarete önce çok katlı alışveriş merkezlerinden başlayabilirsiniz. Ancak sizin amacınız tasarımı usta bir isim tarafından yapılmış, kelimenin tam anlamıyla eşsiz bir ürün bulmaksa caddeye açılan dar sokaklara yönelmenizi tavsiye ederim. Çünkü yerel tasarımcılara ait butikler, genelde caddenin kolayca gözden kaçabilen bu bölümlerinde yer alıyor. ) gideceğiz ( 11.40 ). Caddeyi gezdikten sonra yürüyerek Gulliver Parkı‘ na ( Jonathan Swift’in “Gulliver’in Seyahatleri”ndeki dev düşünülerek tasarlanmış bir park olan Park, Valencia’da çocuklarla gidilecek en popüler turistik yerlerden bir tanesidir. Çok sayıda kaydırak ve merdivenden oluşan bu park, Turia Bahçeleri’nin bir parçası olsa da, özellikle görülmesi gereken bir cazibe merkezidir. ) gideceğiz ( 13.00 ). Parkı gezip etraftaki restoranların birinde yemek yedikten sonra Sevilla’ daki otelimize gideceğiz.
10. Gün Sevilla ( Fresh & Clean Room Sevilla )
Sabah otelde kahvaltı yaptıktan sonra ( 10.00 ) yürüyerek Maria Luisa Parkı‘ na ( 340 bin metrekarelik alanıyla kentin en büyük yeşil alanı konumundaki Park; Sevilla’nın tarihi merkezinin güneyinde, Guadalquivir Nehri’nin kıyısında yer almaktadır. Avrupa’daki şehir parklarının en güzelleri arasında sayılan yeşil alan, hem botanik bahçesi olarak faaliyet gösteriyor hem de yerel halk ve gezginler tarafından sıcak yaz günlerinde serinlemek amacıyla kullanılıyor. 1914 yılında kullanıma açılan parkın botanik bahçesi olarak değerlendirilen bölümleri, bir zamanlar San Telmo Sarayı’nın bünyesindeymiş. 1893’te halkın ziyaretine izin verilen bahçelerdeki, ilk kapsamlı düzenleme çalışmaları, 1911’de Jean-Claude Nicolas gözetiminde gerçekleştirilmiş. Arkeoloji ile Popüler Sanat ve Gelenekler müzelerine ev sahipliği yapan parkın yürüyüş parkurlarında dolaşırken çok sayıda anıt, çeşme, gölet görebilirsiniz. Yeşil alanda ayrıca etkileyici görünüme sahip Art Deco ve Mudejar stili yapılar da bulunuyor. Eğer parkı yürüyerek dolaşmak istemezseniz, bisiklet kiralayabilir ya da at arabalarına binebilirsiniz. ) gideceğiz ( 10.30 ). Parkı gezdikten sonra yürüyerek Plaza de Espana‘ ya ( Parque de María Luisa içerisinde yer alan etkileyici Plaza de Espana, Kral XIII. Alfonso’nun tahtta olduğu 1928 yılında İber-Amerikan Ticaret Fuarı için kullanıma açılmış. Hem Arap hem de İspanyol mimarisinin temel özelliklerini yansıtması amaçlanan parkın tasarımını Aníbal González yapmış. Bu kapsamda çevresindeki yapı grubunun bazı bölümleri Moro, bir kısmıysa Rönesans stiline uygun şekilde inşa edilmiş. Günümüzde bu yapılar, çeşitli resmi kurumlar tarafından kullanılıyor. İspanya Meydanı’nın tam ortasında Vicente Traver Çeşmesi bulunuyor. Çeşmenin hemen arkasındaki kanalın üzerindeki Venedik tarzı 4 köprü ise eski İspanyol krallıklarını sembolize ediyor. Bu köprülerden geçip meydanı çevreleyen kompleksin duvarlarına ulaşırsanız, İspanyol kentlerinin haritaları ve en önemli tarihi olaylarını betimleyen çizimlerle bezenmiş çinileri inceleyebilirsiniz. Dilerseniz meydandaki ufak kanallarda sandal turu yapabilirsiniz. Ya da şehrin birçok köşesinde yer alan fayton turuna yine bu meydandan katılabilir. Faytonlar önce Maria Luisa Parkı’nı gezip sonrasında sizi Katedral’e götürüyor. Çok gerekli mi derseniz bence değil. Bu arada şehirde flamenko gösterilerini en güzel ve belki en ucuza seyredebileceğiniz yerlerden birisi bu meydan. ) gideceğiz ( 11.50 ). Meydanı gezdikten sonra arabayla Torre del Oro‘ ya ( Kentin simgelerinden biridir. Adı dilimizde “Altın Kule” anlamına gelen yapı, 13. yüzyılda kente hükmeden Muhavvidler tarafından Guadalquivir Nehri’ndeki trafiği kontrol etmek ve Sevilla Limanı’nı savunmak için inşa edilmiş. Zaman içerisinde kule, farklı amaçlar için de kullanılmıştır. Liman bölgesini potansiyel tehlikelere karşı koruma görevinin ardından yapı sırasıyla gözlem kulesi, hapishane, şapel, barut deposu olarak hizmet vermiş. Hatta bir dönem anıt statüsündeki taş kulenin yıkılması ve satışı da gündeme gelmiş. Altın Kule’nin içerisinde günümüzde Denizcilik Müzesi faaliyetlerini sürdürüyor. Kentin bu alandaki tarihi hakkında detaylı bilgiler bulabileceğiniz kültürel tesiste; eski navigasyon aletleri ve modeller, belgeler, gravürler, haritalar sergileniyor. Nehirde düzenlenen tekne turlarına katılırsanız, kuleyi farklı açılardan görme fırsatı yakalayabilirsiniz. ) gideceğiz ( 13.30 ). Kuleyi gezdikten sonra yürüyerek Plaza Nueva‘ ya ( Barselona Caddesi üzerindeki Plaza Nueva yer alan ve yemyeşil ortamıyla kent merkezine farklı bir hava katan meydan, Sevilla’nın alışveriş bölgesi Arenal ile nehir arasında yer alıyor. 1270-1840 yılları arasında meydanın bulunduğu alanda oldukça büyük boyutlara sahip bir manastır varmış. Ancak bu yapıdan geriye sadece 16. yüzyılda inşa edilen, Barok tarzı San Onofre Şapeli kalmış. Dinlenmek ve kent yaşamını gözlemlemek için zaman ayırabileceğiniz meydanın çevresinde, alışveriş tutkunlarının ilgisini çekebilecek mağazalar faaliyet gösteriyor. 150 yıllık Hotel Inglaterra ve Ayunamiento yani belediye sarayına da ev sahipliği yapan alanın ortasında, III. Fernando’yu betimleyen ihtişamlı bir heykel bulunuyor. ) gideceğiz ( 14.50 ). Meydanı gezip etraftaki restoranların birinde yemek yedikten sonra yürüyerek Plaza del Salvador‘ a ( Sevilla’nın tarihi yerlerinden biri olan 17.yüzyıldan kalma Salvador Kilisesi’nin bulunduğu sokağın adı yine Salvador Meydanı olarak geçiyor. Oldukça hareketli bir meydan olan Salvador Meydanı, canlı bir gece hayatına ev sahipliği yapıyor. Marketler, kafeler ve bazı popüler şarap mahzenleriyle dolu ünlü bir cazibe merkezi olan Salvador Meydanı’nda, akşam saatlerinde içki içmek için ideal bir yer. Salvador Meydanı tarihi kiliseden dolayı turistler için ortak bir buluşma noktası işlevi görüyor. Hareketli ve canlı bir ortama sahip olan meydanda hem Sevilla yerlilerinin hem de turistlerin eğlenceli vakit geçirebilecekleri birçok mekan bulunuyor. Sizler de hareketli bir gece için Plaza del Salvador’u tercih ederek İspanya’nın meşhur şaraplarından tatma fırsatı yakalayabilirsiniz. ) gideceğiz ( 17.10 ). Bu meydanı da gezdikten sonra yürüyerek Calle Sierpes‘ e ( Kentin en hareketli caddelerinden biri olan Calle Sierpes’i; San Francisco ile Campana meydanları arasında uzanan caddenin tarihi, kentin kuruluşuna kadar uzanıyor. Orta Çağ’ın ilk dönemlerinde surların dışında kalan Sierpes, 11. yüzyılda gerçekleştirilen genişletme çalışmaları sonrasında şehir sınırlarına dâhil edilmiş. 16. yüzyılda ise Yeni Dünya ile yapılan ticaretin merkezi haline gelerek popülaritesini artırmış. Paralelinde uzanan Tetuán ile birlikte Sevilla’nın ana alışveriş bölgesini oluşturan Sierpes Caddesi’nde günümüzde uluslararası zincir moda markalarına ait mağazalar, aile işletmeleri ve sayıları az da olsa yerel tasarımcılara ait butikler faaliyet gösteriyor. Araç trafiğine kapalı olduğundan yayalara rahat hareket edebilecekleri güvenli bir ortam sunan caddenin çevresi ayrıca yeme-içme ve konaklama olanakları açısından da zengindir. ) gideceğiz ( 18.20 ). Alışveriş bölgesini gezdikten sonra yürüyerek La Alameda‘ ya ( Avrupa’nın en eski kamu bahçesi olarak kabul edilir ve diğer adıyla Alameda de Hércules, Barajas Kontu’nun emriyle kurulduktan sonra, Roma tapınağından alınan biri Herkül’e adanmış iki sütunla süslenmiş bir bahçedir. Bahçede; biri İspanya’yı ve diğeri ise Sevilla’yı temsil eden, bir aslan ve bir de arma içeren iki sütun daha bulunmaktadır. Sevilla’nın merkezinde, tarihi bölgenin içinde bulunan Alamda de Hércules, Sevilla’da gezilecek yerlerden biridir. Efsaneye göre şehrin kurucusu olarak geçen Herkül’ün anısına dikilen etkileyici Roma sütunlarını ve daha birçok önemli yapıyı görmek için La Alameda’ya gidebilirsiniz. La Alameda bahçesinde bir yürüyüş turuna çıkıp, keyifli bir gün geçirdikten sonra çevrede bulunan kafe, bar ve restoranlarda, yemek yiyip, içkinizi içebilir, eğlence dolu bir akşamla gezinizi sonlandırabilirsiniz. ) gideceğiz ( 19.40 ). Bölgeyi gezdikten sonra yürüyerek Palacio Marqueses de la Algaba‘ ya ( 12. yüzyıldan kalma, Mudéjar ve Gotik tarzının karışımı olarak Rönesans mimarisini yansıtan Saray, Eski Kent Bölgesi’nde kültür merkezi olarak hizmet vermaktedir. Hem müze hem de kültürel bir merkez niteliğine sahip olan sarayda; konferans, sempozyum, tiyatro, sergi gibi birçok sanatsal etkinlik düzenleniyor. Sevilla gezilecek yerler listesine eklenmesi gereken yapılardan biri olan Marqueses de la Algaba Sarayı’na, Endülüs’te bir zamanlar yaşamış olan Müslümanlara ait Mudejar kültürünü tanımak; Mudejar kavanozları, pulları ve ev eşyalarından oluşan toplam 111 değerli parçayı yakından görmek için gitmelisiniz. Girişlerin ücretsiz olduğu Marqueses de la Algaba Sarayı’nı daha bilinçli bir şekilde gezmek için İngilizce ve İspanyolca dillerinde düzenlenen rehberli turlara katılabilir, birbirinden değerli Mudejar eserlerini görebilirsiniz. ) gideceğiz ( 21.00 ). Sarayı gezdikten sonra arabayla San Jeronimo Parkı‘ na ( San Jeronimo Park, 148.677 m2’lik alanıyla, Sevilla şehir merkezinin kuzeyinde yer alıyor. Endemik bitki varlığı açısından zengin olan parkta; çamlar, söğüt, fresnos, karaağaç, sazlık, tamarisks, selvi, grevilleas gibi birçok ağaç çeşidi bulunuyor. San Jeronimo Parkı’nın en önemli noktası Kristof Kolomb’un anıtının yer aldığı bölümdür. Kristof Kolomb Amerika’yı keşfettiği yolculuğa, Sevilla’dan çıktığı için hem İspanya hem de Sevilla hatta tüm Avrupa için oldukça önemlidir. Bu anıtı ve endemik çeşitliliği yakından görmek için San Jeronimo’ya mutlak surette gitmeniz gerektiğini düşünüyoruz! Çocuk parkları, futbol ve voleybol sahası gibi spor alanları ve piknik alanlarından oluşan San Jeronimo Park’ta eğlenceli vakit geçirebilirsiniz. ) gideceğiz ( 22.30 ). Parkı gezdikten sonra otelimize gideceğiz.
11. Dün Sevilla – Lizbon ( Alface Hall Hostel & Bar )
Sabah otelde kahvaltı yaptıktan ( 10.00 ) sonra arabayla Cristo Rei Statue‘ ye ( Lizbon’da gezilecek yerler arasında şehri kucaklayıp kutsadığına inanılan Cristo-Rei anıtı da size sunabileceğim öneriler arasında bulunuyor. Hazreti İsa Heykeli olarak tasarlanan anıtta İsa’nın kollarını iki yana açması şehri koruma altına almasını temsil ediyor. Heykel 2. Dünya Savaşı’nın bittiği yıllarda inşa edilmiş. Bir noktada kutlama ve şükretmeyi de ifade ediyor. İsa Heykeli’ne çıktığınızda ise yaklaşık 82 metre yükseklikten gözünüzün önünde uzayıp giden panoramik Lizbon manzaralarını seyretmenin tadını doya doya çıkarabilirsiniz. Seyir terasına ise asansör ile çıkmanız mümkün. Ayrıca simgesel anıt özellikle Hristiyan turistler için sadece bir seyir terası değil aynı zamanda dua edip yardım isteyebilecekleri bir yapı. ) gideceğiz ( 19.00 ). Yapıyı gördükten sonra arabayla Pink Street’ e ( Lizbon’un en instagramlanabilir caddelerinden biri olan Cadde, şehrin en çok fotoğraflanan yerlerinden biri olmasının yanında, Lizbon’daki en fazla bara, restorana ve cafelere ev sahipliği yapan caddelerden biridir. Caddenin resmi adı “Rua Nova do Carvalho” ve şu anda popüler olan Cais do Sodre semtinde yer alıyor. Burası eskiden Lizbon’un Kırmızı Fener Mahallesi’ymiş (Red Light District). Ancak günümüzde ailece gidilecek popüler çekim merkezlerinden biri olmaya devam ediyor. Eskiden kumarhaneler ve genelevlerle dolu olan bölge, şimdilerde birbirinden leziz Portekiz yemekleriyle tanınan şık ve kaliteli restoranlara ve eşiniz/sevgiliniz ile gidebileceğiniz barlara ev sahipliği yapıyor. Bölgenin genelevlerden ve kumarhanelerden temizlenmesiyle 2011 yılında cadde pembeye boyanmaya başlanmış ve 2013 yılında tamamlanarak ziyarete açılmış. O zamandan beri Portekizce Pembe Sokak/Cadde anlamına gelen Rua Cor de Rosa olarak biliniyor. Burası gündüz saatlerinde Instagram fotoğrafı çekmek için gelen turistlerle dolup taşıyor, ancak caddenin boş olduğu vakitlerde güzel bir yürüyüşe çıkabilir, cadde çevresindeki mekanları ve tarihi yapıları keşfedebilirsiniz. Bu caddede mekan tavsiyesi olarak da ; Pink Street’in iki yakasını ayıran renkli köprünün altında, Pink Wine Point’in karşısında yer alan ‘The Music Box’ bölgedeki en popüler ve en kaliteli mekanlardan biri. Mekan hem canlı konserleri hem de club özelliğiyle yerel halk ve turistler arasında oldukça rağbet görüyor. Hemen bu mekanın karşısında yer alan ‘Pink Wine Point’ adlı mekan ise, bölgedeki en iyi şarabı içebileceğiniz popüler mekanlardan. Yemek için de, Sol e Pesca veya Espumantaria do Cais adlı restorana göz atabilirsiniz. ) gideceğiz ( 21.00 ). Caddeyi gezdikten sonra otelimize gideceğiz.
12. Gün Lizbon ( Alface Hall Hostel & Bar ) – Porto
Sabah otelde kahvaltı yaptıktan ( 10.00 ) sonra yürüyerek Largo do Carmo‘ ya ( Lizbon’un en küçük meydanıdır. Tarihi binaları, çevredeki ağaçları ile son derece sıcak ve sevimli bir havası vardır. Özellikle Güney Amerika kökenli mor çiçekler açan Jakaranda ağaçları bambaşka bir güzellik katmıştır. Largo do Carmo aynı zamanda bazı film, belgesel ve reklam çekimleri için de kullanılmış. Kendine has hoş bir ambiyansa sahip. Bu etkileyici tablonun en güzel parçalarından biri de meydanın tam ortasındaki 18. yüzyıldan kalma çeşmedir. Ayrıca meydan özellikle sıcak havalarda gezenler için birçok gölge alan da sunuyor. ) gideceğiz ( 10.10 ). Meydanı gezdikten sonra yürüyerek Rossio Meydanı ( Praça Dom Pedro 4 )‘ na ( Her şehrin meydanları ona özgü birçok unsuru yansıtır; Pedro IV Meydanı da Lizbon’un tarihinden siyasetine etkinliklerinden ayaklanmalarına kadar birçok yönüne tanıklık etmiştir. Lizbon’un ana meydanlarından biri olan Pedro IV Orta Çağ’dan bu yana kentin bir parçasıdır. Halkın kutlamalar, boğa güreşleri, ayaklanmalar, mitingler ve çeşit çeşit gösteriler için geldiği bir meydan burası. Pombaline bölgesine yakın olan meydan aynı zamanda yerli halkın günlük buluşma noktalarından biri. Portekiz Kralı 1. Pedro’nun ismini verdiği meydan onun uzun bronz bir heykeline de ev sahipliği yapıyor. Meydanın tam ortasında yer alan uzun sütun üzerinde Kral Pedro’nun ihtişamlı bronz heykelini görebilirsiniz. Ayrıca heykelin önündeki etkileyici tarihi çeşme de birçok turiste keyifli fotoğraf kareleri sunuyor. Geniş meydan tarihi binalarla çevrilmiş ve kentin dokusu ile ahenkli bir görünüm yaratıyor. Hemen hemen her meydanda olduğu gibi Rossio’da da yerel halkı ve insanları günlük yaşamları içinde gözleme fırsatı buluyorsunuz. Ayrıca çevrede güzel kafeler de mevcuttur. ) gideceğiz ( 11.30 ). Bu meydanı da gezdikten sonra yürüyerek Rua Augusta‘ ya ( Mozaik kaldırımları, açık hava kafeleri, uluslararası mağazaları ve çok sayıda sokak sanatçısıyla Lizbon’un en hareketli caddelerinden biridir ve Lizbon’un nehir kenarındaki büyük meydanı olan Praça do Comércio’nun hemen yanında yer almaktadır. Meydan, daha çok ev sahipliği yaptığı tarihi Rua Augusta kemeri ile ilgi görüyor. 19. yüzyıldan kalma simgesel kemer, şehrin trafiğe kapalı ana caddesi olan Rua Augusta’nın güney ucunun yakınında, yolun kuzey ucunda yer alıyor. Portekizli mimar Santos de Carvalho tarafından tasarlanan ve 1755 depreminden sonra başkentin yeniden inşasını işaretlemek için inşa edilen anıt, 1873 yılında büyük bir törenle açılmış. Meydan tarafından bu kemerin altından geçerek ulaşacağınız yer ise Lizbon’un en kalabalık caddesidir. Lizbon’da yeme içme, alışveriş veya konaklama gibi birçok imkana sahip, ancak şehrin tam merkezinde bulunduğundan dolayı fiyatlar şehrin geneline nazaran biraz daha pahalıdır. Burası Lizbon’da en güzel gün batımı manzarasını seyredebileceğiniz yerlerden biri. Özellikle akşam saatlerinde hareketlenen meydan çevresi ise çok sayıda tarihi ve şık binalarla çevrili. Ayrıca yaz aylarında şehirdeki en fazla konserin ve etkinliğin yapıldığı yerdir. ) gideceğiz ( 12.45 ). Caddeyi gezdikten sonra yürüyerek Praça do Comercio‘ ya ( Tagus Nehri’ne yakın mesafede olan ve bol bol güzel fotoğraf çekebileceğiniz Ticaret Meydanı, 1755 senesindeki büyük deprem öncesi burada bir saray bulunduğu için aynı zamanda Saray Meydanı olarak da bilinmektedir. Meydan çevresinde hemen dikkatinizi çekecek olan rengarenk tarihi binalar sevimli ve nostaljik bir ahenk içinde turistleri karşılamaktadır. Bölgenin en sembolik yapılarından biri ise tam merkezdeki Zafer Takı yani Arco da Rua Augusta’ dır. Takın üstündeki öğelerin her biri Portekiz’in 1700-1800 yılları arasındaki tarihi bir yaşanmışlığını simgeliyor. Meydandan Tagus Nehri’ne inen mermer merdivenler de bölgenin turistik çekim alanları arasında. Cais das Colunas olarak isimlendirilen bu meşhur Lizbon merdivenleri deniz seferinden dönen Hanedan üyelerini görkemli bir şekilde karşılayabilmek için inşa edilmiş. Şehrin en ünlü ve turistik yerlerinden biri olan bu meydan öğleden sonraki saatlerde oldukça kalabalık ama her türlü görülmeye değer. Lizbon gezinizde Ticaret Meydanı birçok gezgininki gibi sizin de ilk ziyaret ettiğiniz adreslerden biri olabilir. ) gideceğiz ( 14.30 ). Meydanı gezip etraftaki restoranların birinde yemek yedikten sonra yürüyerek Sao Jorge Kalesi‘ ne ( Lizbon silüetinin en önemli parçalarından biri olan Kale, tarihi şehir merkezinin kalbinde bulunuyor. Tarihi 11. yüzyıla uzanan kale sadece Lizbon’un değil, Portekiz’in de en ünlü yeridir. Lizbon’un en yüksek noktası olan São Jorge tepesinin zirvesinde bulunan, aynı adı taşıyan kale şehrin en sembolik yapılarından biridir. Günümüzdeki kalenin tarihi 11. yüzyıla uzanıyor olsa da, burada 5. yüzyıldan kalma bir başka kale yapısı bulunuyormuş. 5. yüzyılda Vizgotlar tarafından inşa edilmiş olan kale, 11. yüzyılda Morolar tarafından değiştirilerek, yeniden inşa edilmiştir. Portekizli I. Afonso 1109 ve 1185 arası dönemlerde restorasyonu yapılan ve daha sonraki yıllarda ise bir kraliyet sarayına dönüştürülmüş olan kale son olarak 1938 yılında restore edilerek günümüzdeki görkemli halini almıştır. Bundan birkaç yıl önce yapılan kazılar sırasında bölgede Fenike, Yunan ve Kartaca kalıntıları bulunmuş. Bu da kalenin tarihinin çok daha eski bir döneme kadar uzandığının en önemli kanıtı. Sao Jorge Kalesi’nin de bulunduğu tepe, Lizbon Katedrali’ne de ev sahipliği yapıyor. Bu yüzden bu tepe için en azından yarım gününüzü ayırın derim. Ayrıca gün batımına yakın saatlerde kaleyi ve tepeyi ziyaret edecek olursanız, Lizbon’un en muhteşem manzarasını seyredebilirsiniz. ) gideceğiz ( 17.20 ). Kaleyi gezdikten sonra arabayla Porto’ daki otelimize gideceğiz.
13. Gün Porto ( Grande Oceano Guest House ) – Bilbao
Sabah otelde kahvaltı yaptıktan ( 10.00 ) sonra arabayla Jardins do Palácio de Cristal (Kristal Saray Bahçeleri)‘ a ( Şehirdeki en popüler gezi duraklarından biridir. Geniş bitki örtüsüne, dolambaçlı yürüyüş yollarına ve yeşil çalılıklara sahip olan bahçe, manzarasıyla da öne çıkmaktadır. Saray, 1865 yılında Uluslararası Gösteri için inşa edilmiş ve bahçeler Alman peyzaj mimarı Emílio David tarafından tasarlanmış. Ancak saray 1950 yılında yıkılmış ve yerine günümüzde spor kompleksi olarak kullanılan bina inşa edilmiş. Douro Nehri’ne bakan bir tepede bulunan Kristal Saray Bahçeleri, ayrıca Porto’nun en çok fotoğraflanan yerlerinden biri olarak biliniyor. ) gideceğiz ( 10.30 ). Parkı gezdikten sonra arabayla Ribeira Meydanı‘ na ( Şehrin en hareketli, en güzel ve en renkli yerlerinden biridir. Meydan, şehirdeki turistik cazibe merkezlerinin büyük bir bölümüne yürüme mesafesindedir4. Bu meydana öğle veya akşam yemeği için uğrayabilir veya meydandaki birbirinden güzel cafelerde bir şeyler içebilirsiniz. Meydanın çevresi birbirinden güzel tarihi binalarla çevrili. Ayrıca buradaki mekanların büyük bir bölümünün dışarıda masası bulunuyor. Mekanların çoğu cafe/restoran olarak hizmet veriyor. Bu yüzden yemek yemek için olmasa da, bir şeyler içmek için göz atabilirsiniz. Bunun yanında meydandan kısa bir yürüyüş sonrası, Porto’nun en ünlü yerleri arasında olan Cais da Ribeira’ya (Ribeira İskelesi), şehrin manzarasını seyretmek için gidebilirsiniz. ) gideceğiz ( 12.00 ). Meydanı gezdikten sonra yürüyerek Cais da Ribeira‘ ya ( Porto’nun nehir kenarında yer alan Ribeira İskelesi’ne, Ribeira Meydanı’ndan kısa bir yürüyüş sonrası rahatlıkla ulaşabilirsiniz. Hem yerel halkın hem de turistlerin zaman geçirdiği bu iskele kenarında çok sayıda bar ve restoran bulunmaktadır. Nehir boyunca sıralanmış bu mekanların yanı sıra, Cais da Ribeira’dan Porto’nun en güzel gün batımı manzarasını da seyredebilirsiniz. Ayrıca buradan, ikonik Luís I Köprüsü’nün mükemmel bir görüntüsüne sahip olabilirsiniz. Ribeira İskelesi, nehre bakan özenle dizilmiş renkli pastel evleriyle de, Porto’nun en çok fotoğrafı çekilen yerlerinden biri. ) gideceğiz ( 12.10 ). Bu meydanı da gezdikten sonra yürüyerek Porto Katedrali‘ ne ( Ulusal anıt statüsündeki Se do Porto, 12. yüzyılda inşa edilmiş. Tasarımında ağırlıklı olarak Barok stilin benimsendiği dini yapının kimi bölümlerinde Romanesk ve Gotik tarzda ayrıntılara da yer verilmiş. Kaleyi andıran bir görünüme sahip olan katedralde bu durumun meydana gelmesinin ana nedenini, yüzyıllar içerisinde defalarca tekrarlanan yeniden yapım sürecidir. Bir zamanlar suçluların idam cezalarının gerçekleştirildiği meydana görkem katan Porto Katedrali’nin iç kısmında, dekoratif açıdan sadelik söz konusu. Yapının en gösterişli bölümü olaraksa manastır gösteriliyor. 14. yüzyılda katedrale eklenen bu kısımda, İncil’den bazı sahnelerin tasvir edildiği çinileri görebilirsiniz. ) gideceğiz ( 13.30 ). Katedrali gezdikten sonra yürüyerek Clerigos Kilisesi‘ ne ( Tarihi 18. yüzyıla uzanan Clerigos Kilisesi, aynı isimdeki kulesiyle Porto’nun muhteşem bir şehir manzarasını sunuyor. Ayrıca kilise içerisinde birbirinden değerli dini sanat eserlerine ev sahipliği yapan bir de müze bulunuyor. Barok stilinde 1735 ile 1748 yılları arasında inşa edilmiş olan Clerigos Kilisesi, şehrin en sembolik yapılarından biri olarak kabul ediliyor. ) gideceğiz ( 14.30 ). Kiliseyi gezdikten sonra yürüyerek Özgürlük Meydanı ( Praça da Liberdade )‘ na ( Porto’da 18. YY’da yeniden düzenlenen kentsel yerleşim planının bir parçası olarak tasarlanan Praça de Liberdade Meydanı kentteki tarihi ancak görece daha yeni alanlardan biridir. Burası Cais de Ribeira kadar ilginç ancak atmosferi oradan çok farklıdır. Bir kenarında 18.YY’dan kalma bir manastırın otel olarak restore edildiği, Neoklasik stildeki Palácio das Cardosas mevcut ki bu tarihi yapı da başlı başına bir ziyaret sebebi sayılabilir. Görkemli tarihi yapıları, geniş bulvarları, keyifli cafe ve restoranları ile şehrin lüks ancak yine de turistik ve keyifli bölgelerinden biri denilebilir. ) gideceğiz ( 15.10 ). Meydanı gezip etraftaki restoranların birinde yemek yedikten sonra yürüyerek Avenida dos Aliados‘ a ( Burası Porto’nun en iyi bilinen caddesidir. Yerel halk tarafından şehrin gürültülü ticaret merkezi olarak bilinen caddenin her iki tarafında çok sayıda cafe, restoran ve mağazalar bulmaktadır. Daha çok Porto’da alışveriş yapmak isteyenlerin zaman geçirdiği yerlerden biri olarak bilinse de, hem bir şeyler yemek ve içmek hem de şehrin nabzını tutmak için gidilecek yerlerden biri. Aliados caddesinin bir ucu Özgürlük Meydanı’na kadar uzanıyor. Ayrıca cadde boyunca birçok tarihi ve turistik cazibe merkezlerini de görebiliyorsunuz. ) gideceğiz ( 17.30 ). Caddeyi gezdikten sonra yürüyerek Santa Catarina Caddesi‘ ne ( Batalha ve Marques de Pombal meydanları arasında uzanan Rua de Santa Catarina, kentin en popüler alışveriş bölgesi olarak tanımlanmaktadır. Trafiğe kapalı olduğundan ziyaretçilerine güvenli bir ortam sunan cadde üzerinde Zara, H&M ve Promode gibi dünya çapında ün yapmış markalara ait mağazalar bulunmaktadır. Bolhão Pazarı’na yakın konumdaki cadde de, dilerseniz Via Catarina Alışveriş Merkezi’ne de zaman gidebilirsiniz. Santa Catarina Caddesi’nde dolaşırken yerel mutfağa odaklı birçok restoran ve kafe ile karşılaşabilirsiniz. Bunlar arasından özellikle Café Majestic’e zaman ayırmanızı öneririm. Çünkü 1921’de açılan kafe, gerek ambiansı gerekse de menüsüyle konuklarına farklı deneyimler yaşatıyor. Kafede yeterince zaman geçirdikten sonraysa Aziz Anthony’ye adanmış Igreja dos Congregados’u ve mavi Portekiz çinileri ile kaplı Ruh Şapeli‘ni ziyaret edebilirsiniz. ) gideceğiz ( 18.40 ). Bu caddeyi gezdikten sonra Porto Otobüs terminaline gideceğiz. Oradan saat 20.20′ de olan Bilbao otobüsüne bineceğiz. Yolculuğuz 10 saat sürecektir. Saat sabah 8′ de Bilbao otobüs terminalinde olacağız. Oradan Nueva Meydanı‘ na ( Plaza Barria olarak da bilinmektedir ve Caso Viejo’nun kalbinde hemen her turistik cazibe merkezine yürüme mesafesinde, güzel bir konumda bulunuyor. Neoklasik bir tasarıma sahip olan meydan 1851 yılında kurulmuştur. O günden günümüze de Bilbao’nun en önemli çekim merkezlerinden biri olmayı sürdürüyor. Meydan, çok sayıda Pintxos barına (Pintxos Bilbao’da mutlaka denenmesi gereken bir atıştırmalık), tavernalara, restoranlara ve cafelere ev sahipliği yapıyor. Her pazar günü, Plaza Nueva’da ikinci el kitaplar, plaklar, madeni paralar ve pullar satın alabileceğiniz, satabileceğiniz veya takas edebileceğiniz bir koleksiyoncu pazarı kurulur. Hem turistler hem de yerel halk için popüler yerlerden biri olan Plaza Nueva, çevresindeki tarihi ve gösterişli binalarla da dikkat çekiyor. Ayrıca meydan akşam saatlerinde şarap içmek için de en güzel adreslerden biri. ) gideceğiz ( 10.20 ). Meydanı gezdikten sonra yürüyerek Gran Vía de Don Diego López de Haro‘ ya ( Bilbao’nun ana caddesi olmasının yanında, şehrin en turistik yeridir. Ayrıca şehirdeki en iyi alışveriş bölgelerinden biridir. Burası Mango, Sephora, Zara ve Stradivarius gibi en sevdiğiniz cadde markalarının yanı sıra Bilbao’nun amiral gemisi El Corte Inglés’i bulacağınız yer. Yemyeşil ıhlamur ağaçlarıyla kaplı olan cadde, şehirdeki en güzel fotoğraf karelerini çekebileceğiniz yerlerden. Ayrıca burada, merkezinde gösterişli bir çeşmeye ev sahipliği yapmasıyla ünlü Plaza Moyúa adlı meydan bulunur. Renkli ve ustaca tasarlanmış bahçeler, çeşmeler ve ağaçlarla dolu olan Plaza Moyua, şehirdeki popüler bir buluşma yeridir ve alışveriş sonrası veya cadde turu sonrası dinlenmek için en güzel spotlardan biri. Halk arasında sadece ‘Gran Via’ olarak bilinen cadde, Bilbao’nun ticaret ve hükümet binalarının yanı sıra çok sayıda restoran ve cafelere de ev sahipliği yapıyor. ) gideceğiz ( 11.45 ). Caddeyi gezdikten sonra yürüyerek Dona Casilda Iturrizar Parkı‘ na ( Palmiye ve muhteşem çeşitlilikte ağaçlar ve rengarenk çiçeklerle dolu Park, şehrin kentsel karmaşasından uzaklaşmak için hoş bir yer. Bu geniş yeşil alan, Romantik tarzda güzel bir şekilde düzenlenmiş. Ayrıca park, Neoklasik heykeller ve güzel çeşmelere de ev sahipliği yapıyor. Park içerisinde bulunan gölde çok sayıda küçük ördek bulunuyor. Dilerseniz burada kürekli tekneler ile güzel bir tura da çıkabilirsiniz. Doña Casilda Iturrizar parkı, 100 yıldan uzun bir süre önce oluşturulmuş İngiliz tarzı bir bahçeye sahip halka açık bir parktır ve Bilbao’da görülecek en önemli cazibe merkezlerinden biri. ) gideceğiz ( 13.10 ). Parkı gezip etraftaki restoranların birinde yemek yedikten sonra arabayla San Juan de Gaztelugatxe‘ e ( Bilbao Gezilecek Yerler yazısında sizlere bahsedeceğim son yer Game of Thrones hayranlarının “gözüm burayı bir yerden ısırıyor ama” diyecekleri bir yer. Bilbao’nun 35 kilometre doğusunda yer alan San Juan de Gaztelugatxe Adası’na 241 basamaklı bir patikayı yürüyerek ulaşılıyor. Adadaki tepede ise çanıyla dikkat çeken bir kilise var. Bir dileğiniz varsa yapmanız gereken basit; inanışa göre patikadan yürüyerek tepeye çıktığınızda çanı üç kere çalıp dileğinizi tutun. Gerçekleşiyormuş. ) gideceğiz ( 18.00 ). Kaleyi gezdikten sonra otelimize gideceğiz
14. Gün Bilbao – Rosslare – Dublin ( Bright en-suite room in Dublin )
Sabah arabayla Bilbao Limanına gideceğiz. Oradan Rosslare’ ye giden 11 trenine bineceğiz. Rosslare limanında saat 15′ te olacağız. Oradan Cork’ a gideceğiz ( 22.00 ). Dublin’ e vardığımızda otelimize gideceğiz.
15. Gün Dublin – Belfast
Sabah otelde kahvaltı ( 10.00 ) yaptıktan sonra yürüyerek Grafton Street‘ e ( Hem yerel halkın hem de turistlerin Dublin’de en çok zaman geçirdiği yerlerden biri olan cadde, büyüleyici tuğlalarla döşenmiş, araç trafiğine kapalı bir alan. Sokak çalgıcılarıyla ünlü olan cadde, İrlanda’nın ünlü sanatçılarının bir zamanlar konser verdiği yer olmasıyla dikkat çekmektedir. Grafton Sokağı, kuzeyden güneye düz bir çizgide ilerler, bu nedenle gezinmesi kolaydır. Tarihi binaların yanı sıra daha modern binaları da görebileceğiniz bu caddede, birçok hediyelik eşya dükkanı ve yeme içme için birbirinden güzel mekanları bulabilirsiniz. Trinity College’dan St. Stephen’s Green’e uzanan bu yaya caddesi, Dublin’in önde gelen alışveriş bölgesi olarak da biliniyor. Ayrıca cadde, Stephen’s Green Alışveriş Merkezi ve lüks Powerscourt Alışveriş Merkezi’ni bulabileceğiniz yer. ) gideceğiz ( 10.10 ). Caddeyi gezdikten sonra yürüyerek St Stephen’s Green‘ e ( Victoria tarzı görünümünü halen daha korumaya devam eden St Stephen’s Green, eskiden idamlar için kullanılan alanın 1664 yılında duvarlarla çevrelenmesi sonucunda oluşturulmuştur. 1880’de ise yaklaşık 22 dönümlük yeşil alan, Lord Ardilaun’un emriyle halka açılmıştır. Kentin kalbinde yer alan çayır, o tarihten bu yana hem yerel halkın hem de gezginlerin yoğun ilgi gösterdikleri bir dinlenme yerine dönüşmüştür. Yaz aylarında düzenlenen öğlen konserleri ile renklenen St. Stephen’s Green’de, 3,5 kilometrelik toplam uzunluğa sahip yürüyüş yolları bulunuyor. Bu yollarda ilerlerken birçok heykele denk gelebilirsiniz. Fusiliers’ Arch üzerinden giriş yapılan çayırın batı tarafına doğru yöneldiğinizde ortama huzur katan şelaleyi ve Pulham kaya çalışmasını fotoğraflama imkânını yakalayabilirsiniz. ) gideceğiz ( 11.20 ). Parkı gezdikten sonra yürüyerek Iveagh Bahçeleri‘ ne ( Şehirdeki en güzel fotoğraf karelerini yakalayabileceğiniz noktalardandır. St Stephen’s Green adı verilen, şehrin en ünlü parkına kısa bir yürüyüş mesafesinde olduğu için listenize ekleyebileceğiniz Iveagh Bahçeleri’nde, mağaralar, ormanlık alanlar, gül bahçesi, Amerikan bahçesi ve okçuluk alanları gibi ilgi çekici bölümler yer almaktadır. Tarihi 19. yüzyılın ilk yıllarına kadar uzanan gül çeşitlerini içeren bu bahçeye, şehir merkezinden de kolaylıkla ulaşabilirsiniz. ) gideceğiz ( 12.40 ). Bahçeyi gördükten sonra yürüyerek St Patrick Katedrali‘ ne ( Türdeşleri arasında ülkenin en büyüğü olma özelliği taşıyan Cathedral, 1191 yılında kurulmuştur. Günümüze ulaşan Gotik mimariye sahip binasının inşası ise 1220-1260 yılları arasında gerçekleştirilmiştir. Kentin koruyucu azizine adanan katedral, Orta Çağ’dan bu yana hem ibadet yeri hem de eğitim kurumu olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Hatta yöneticileri arasında Gulliver’in Maceraları’nı yazan Jonathan Swift de bulunuyor. Aziz Patrick Katedrali’ne güneybatı kapısından giren gezginleri, Swift ve hayat arkadaşı Esther Johnson’a ait mezarlar karşılıyor. Mezarlara yakın duvara odaklanacak olursanız yazarı tasvir eden büstü ve ikiliyi öven Latince yazıyı görebilirsiniz. Sola doğru ilerlediğinizde ise 1632’de dikilen Boyle Anıtı’nı inceleme olanağı yakalayabilirsiniz. Anıtın tam ortasında yer alan figür, ünlü fizikçi Robert Boyle’un 5 yaşındaki halini temsil etmekte. ) gideceğiz ( 13.30 ). Katedrali gezdikten sonra arabayla Phoenix Parkı‘ na ( Dublin Hayvanat Bahçesi‘ne de ev sahipliği yapan Phoenix Parkı, Dublin’de çocuklarla görülecek en özel yerlerden biri. Tarihi 1830 yılına kadar uzanan bu hayvanat bahçesi, ülkenin en büyükleri arasında yer alıyor. 70 dönümlük hayvanat bahçesi, çeşitli büyük habitatlarda 400’den fazla hayvana ev sahipliği yapıyor. En ilgi gören hayvanlar arasında Humboldt penguenleri ve batı ova gorilleri de bulunuyor. Yaklaşık 1750 dönümlük oldukça geniş bir alanda bulunan park, Avrupa’nın en büyük kapalı şehir parkı olma ünvanına da sahip. Birçok geyiğin dolaştığı bu parkın ana cazibe merkezi ise 18. yüzyıldan kalma tarihi bir bina olan, İrlanda’daki Amerikan Büyükelçisine ev sahipliği yapan Deerfield oluyor. Dublin şehir merkezine yaklaşık 3 km uzaklıkta bulunan park, uzun yeşil alanların ve çok sayıda ağaç ve bitkinin yanı sıra, bir spor sahası ve Wellington Anıtı’na ev sahipliği yapıyor. Dublin’in koşuşturmacasından bir nebze de olsun uzaklaşmak, temiz havanın keyfini çıkarmak için ziyaret edebileceğiniz Phoenix Parkı, 1600’lü yıllarda bir kraliyet avlanma yeriymiş. 1747 yılında halka açılan park, kurulduğu günden günümüze Dublin’in en önemli çekim merkezlerinden biri olmaya devam ediyor. Parkın tarihi hakkında bilgi edinmek ve 17. yüzyıla kadar uzanan Orta Çağ kulesini gezmek için parkın ziyaretçi merkezi ve Ashtown Kalesi’nden başlayabilirsiniz. Park ayrıca 78 dönümlük Edwardian arazisine, hala çalışan bir çiftlik ve Viktorya dönemi duvarlı bir mutfak bahçesi olarak işlev gören Farmleigh evine ev sahipliği yapıyor. ) gideceğiz ( 14.30 ). Parkı gezdikten sonra arabayla Henry Caddesi’ ne ( İrlanda’da alışverişin kalbinin attığı caddelerden biridir. Ülkenin popüler alışveriş merkezi olmakla beraber global birçok markaya ev sahipliği yapmaktadır. Henry Caddesi, küçük büyük birçok dükkânın içerisinde bulunduğu yaklaşık 200 kadar alışveriş dükkanına ev sahipliği yapan uzun bir caddedir. Global markalardan İrlanda’ya özgü eşyaların sunulduğu küçük mağazalara geniş bir yelpaze sunmaktadır. İçerisinde Marks & Spencer, Body Shop, Levi’s ve Envy gibi büyük markaları barındıran sokakta hiç bitmeyen bir hareketlilik olduğunu bilmelisiniz. Ayrıca köşelerde bulunun sokak sanatçılarıyla bir yandan mağazaları incelerken, bir yandan Kelt müziğinin tadını çıkartabilirsiniz. ) gideceğiz ( 15.45 ). Caddeyi gezip etraftaki restoranların birinde yemek yedikten sonra yürüyerek Spire of Dublin‘ e ( O’Connell Caddesi‘nin ortasında, ünlü GPO’nun hemen karşısında duran Spire of Dublin, şehirdeki en sembolik anıtlardan biridir. Bir iğne gibi sivrilen bu tarihi yapının üst kısmı rüzgar estiğinde hafifçe sallanarak şehrin ikliminin karakterini yansıtıyor. Anıtın ucu, aşırı rüzgar yükü altında maksimum 1,5 m’ye kadar sallanabiliyor. Yaklaşık 120 metre uzunluğundaki bu anıt, daha çok çevresindeki cazibe merkezleriyle ilgi görüyor. Anıt etrafında Dublin’in önde gelen bazı turistik noktalarını görebileceğiniz gibi, birçok restoran ve cafeleri de bulabiliyorsunuz. Anıt Dublin şehir merkezinde, kolay ulaşılabilir bir konumda bulunuyor. ) gideceğiz ( 17.30 ). Anıtı gördükten sonra arabayla Belfast’ teki otelimize gideceğiz.
16. Gün Belfast – Cairnryan – Glasgow – Edinburgh ( Capital Guest House ) – York
Sabah otelde kahvaltı ( 10.00 ) yaptıktan sonra yürüyerek Belfast Kalesi‘ ne ( 12. yüzyılda inşaatı biten kale yıllar boyunca geliştirilerek bugünlere kalmış. Son görünümünü ise 1870’te almıştır. Belfastlılar için popüler bir düğün mekanıdır. Kalede dünya evine girmek isteyenler hayli fazla. ) gideceğiz ( 10.10 ). Kaleyi gezdikten sonra arabayla Belfast limanına gideceğiz. Limandan 15.30′ daki feribota binip Cairnryan’ a gidene bineceğiz. Cairnryan’ a 18.00′ de olacağız. Limandan otobüs terminaline gideceğiz. Oradan Glasgow’ a gideceğiz ( 22.00 ). Glasgow’ a geldiğimizde tren istasyonuna gideceğiz ve 23.44′ teki Edinburgh’ a giden trene bineceğiz. Edinburgh’ a gediğimizde ( 07.47 ) Princess Street‘ e ( 1688-1746 yılları arasındaki Jakobit ayaklanmasının bastırılmasının ardından gerçekleştirilen kentsel yenileme projesi kapsamında inşa edilen Princess Street, Edinburgh’un en gözde alışveriş bölgesi olarak öne çıkıyor. Alışveriş tutkunlarına Eski Kent’in muhteşem manzarasını sunan cadde üzerinde Debenhams, New Look, House of Fraser gibi ünü ülke sınırlarını aşmış perakende mağazaları bulunuyor. Caddede ayrıca Geleneksel Alman Noel Çarşısı ve Edinburgh Çiftçi Pazarı kuruluyor. Princess Street’te sizleri bekleyen alışveriş fırsatlarını değerlendirdikten sonra mola vermek isterseniz cadde ile aynı adı taşıyan bahçeleri ziyaret edebilirsiniz. 1820 yılında kurulan Princess Street Gardens, kentin tarihi ve modern bölümleri arasındaki bağlantıyı sağlıyor. ) gideceğiz ( 08.00 ). Bu caddeyi de gezdikten sonra yürüyerek Victoria Street‘ e ( Edinburgh’taki en popüler alışveriş caddelerinden biridir. Eski Kent içerisinde bulunan Victoria Caddesi, şehrin en çok fotoğraf çekilen, ilham veren ve sevilen alışveriş noktası olarak biliniyor. Edinburgh gezilecek yerler listesindeki çoğu noktaya oldukça yakında bulunan, yürüme mesafesindeki bu cadde, oldukça şık dekore edilmiş olmasıyla dikkat çekmekte. Birleşik binaların yer aldığı bu sokakta binalar ilgi çekici ve şık renklerle boyanmış olup, uzaktan bakıldığında oldukça tatlı bir görüntü sunuyor. Bu cadde güzel görüntünün yanı sıra; restoran, bar ve alışveriş dükkanını barındırmasıyla ziyaretçileri çekiyor. İskoçya’dan alınacak şeyler için veya hoş bir öğle yemeği için tercih edilmesi muhtemel olan sokak aynı zamanda Edinburgh’ta konaklama seçeneklerinin de oldukça bol olduğu bir nokta. Harry Potter izleyenler filmdeki büyücülerin alışveriş yaptığı Diagon Alley’i hatırlayacaklardır. İşte yazar J.K Rowling bu sahneyi hayal ederken Victoria Street’in yapısından ilham almıştır. ) gideceğiz ( 09.20 ). Bu caddeyi de hallettikten sonra yürüyerek Royal Mile‘ a ( Edinburgh Kalesi’nden Holyroodhouse Sarayı’na kadar uzanan ikonik Royal Mile, kentin tarihi kısmının kalbi sayılıyor. 1,81 kilometre, yani yaklaşık 1 İskoç mili, uzunluğundaki cadde, kentin Orta Çağ atmosferini yansıtmak konusunda gayet cömert davranıyor. Her metresinde kentin geçmişine ışık tutan ayrıntılarla karşılaşacağınız yol, her biri farklı açıdan değerli 6 bölüme ayrılıyor. Castlehill ve Castle Esplanade, Kraliyet Yolu’nun en eski bölümü olduğundan her daim yoğun ilgi görüyor. Şehrin ilk kurulduğu yerde, her yıl Edinburgh Military Tattoo isimli müzik festivali düzenleniyor. Eskiden pazar yeri olarak kullanılan Lawmarket, günümüzde Uluslararası Edinburgh Festivali’ne ev sahipliği yapan The Hub’ı Bank Street’e bağlıyor. Yolun en popüler bölümü konumundaki High Street’te St. Giles Katedrali, Tron Kirk ile çok sayıda pub ve restoran bulunuyor. Abbey Strand ve Canongate ise caddenin en az ilgi gören kısımlarını oluşturuyor. ) gideceğiz ( 10.30 ). Bu caddeyi de gezdikten sonra arabayla Calton Hill’ e ( Princess Caddesi’nin sonundan ulaşabileceğiniz, şehir manzarası izlenebilecek en iyi noktadır. Ayrıca burası UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmış önemli noktalar arasında. Edinburgh’un etkileyici görüntüsünü izleyebileceğiniz en iyi noktalardan olan Calton Tepesi, içerisinde Nelson Anıtı ve Ulusal Anıtı barındırmakta. Bu iki önemli ikonik yapıdan Nelson Anıtı, 1805 yılında Trafalgar Muharebesi’nde hayatını kaybetmiş olan Amiral Lord Nelson anısına inşa edilmiştir. Tepedeki bir diğer Ulusal Anıt ise Napolyon Savaşları esnasında hayatını kaybetmiş tüm askerlerin anısına inşa edilmiştir. Ülke tarihindeki önemli anlara atanan bu anıtlar günümüzde sıkça ziyaretçi çekerken, burada bulunan gözlemevi de dikkatleri çeken bir diğer ayrıntı. Calton Hill’e kadar çıkmışken buradaki gözlem evinden yıldızları keşfetmeyi de ihmal etmemelisiniz. Bir Kelt geleneği olarak devam ettirilen Beltane Ateş Festivali, Nisan ayının son günü Calton Tepesi’nde gerçekleştirilmektedir. Edinburgh festivalleri arasında en kalabalık ve coşkuyla geçen bu festivali kaçırmayın. ) gideceğiz ( 12.10 ). Tepeden manzaraya baktıktan sonra arabayla Holyrood Park‘ a ( 650 dönümlük alanı kaplayan Park, Edinburgh sınırları içerisindeki en büyük yeşil alan olarak nitelendirilmektedir. Adını aldığı saray ile Arthur’s Seat arasında kalan bölgeyi kapsayan park, halka açık olmasına rağmen halen daha kraliyet mülkü konumunda olmayı sürdürüyor. Hatta 12. yüzyılda burası yalnızca kraliyet ailesi tarafından av sahası olarak kullanılıyormuş. İskoç Parlamentosu’nun tam karşısında yer alan Holyrood Park’ın tarihini, jeolojik ve arkeolojik özelliklerini merak eden gezginler, doğrudan bilgi merkezine yöneliyor. Sonra da birçoğu Demir Çağı’nda inşa edilmiş kalelerin ve Tunç Çağı’ndan günümüze ulaşan tarım teraslarının kalıntılarını keşfe çıkıyor. ) gideceğiz ( 13.40 ). Parkı gezerken içerisinde bulunan Arthur’s Seat‘ e ( Sönmüş bir volkan olan Arthur’s Seat, Holyrood Park’ın büyük bölümünü kapsayan tepelerin en yüksek zirvesini oluşturuyor. 251 metrelik yüksekliğe sahip zirve, tırmanma ve yürüyüş parkurlarının varlığı nedeniyle doğa tutkunlarını kendisine çekiyor. Zirvenin en üst bölümüne çıkmayı başaran gezginler ayrıca Forth köprüleri ile North Berwick Law ve Ochil tepelerini kapsayan eşsiz manzarayı seyretme ayrıcalığına kavuşuyor. Arthur’s Seat, konumu nedeniyle tarih öncesi dönemlerden itibaren yerleşim bölgesi olarak kullanılmış. Çünkü jeolojik yapısı gereği, yerel topluluklara savunma konusunda bir hayli avantaj sağlıyormuş. Adını dünyaca ünlü mitolojik hikâyeden alan tepenin farklı noktalarında 19. yüzyılda keşfedilen buluntular, günümüzde Edinburgh Kraliyet Müzesi’nde sergileniyor. ) gideceğiz ( 15.00 ). Tepeden şehri görüp etraftaki restoranların birinde yemek yedikten sonra arabaya York’taki otelimize gideceğiz.
17. Gün York – Manchester ( REM Hotel )
Kaldığımız otelde dinlenip kahvaltı ( 12.00 ) yaptıktan sonra yürüyerek Stonegate Caddesi‘ ne ( York’un en tarihi caddelerinden biridir. Bir rivayete göre ilk olarak buraya Romalılar gelmiş ve Via Praetorian yolu adını vermişler. Bu yol bir Roma Bazilikası’na gidiyormuş ve York’taki ilk taş yolmuş. Bir diğer rivayate göre York Minsterı inşa etmek Tadcaster Quarry’den getirdikleri taşları bu cadde üzerinden geçirmişler. Böylece Stonegate adını vermişler. Bugünlerde caddenin her iki tarafın da zarif mimariye sahip alışveriş yapabileceğiniz güzel binalar var. Beni bu harika sokağa çeken Stonegate boyunca uzanan harika barlar. York’a bir gezi planlıyorsanız kesinlikle bakmanızı şiddetle tavsiye ettiğim bir sokak. Ayrıca Kathe Wolhfahrt adli dükkân yılın on iki ayında noel ışıkları ile süslü. ) gideceğiz ( 12.15 ). Caddeyi gezdikten sonra yürüyerek St Helen’s Meydanı‘ na ( York haklı olarak güzel mimarisiyle ünlü ve St Helen’s Square şehrin güzel mimarisinden örnekler bulacağınız bir yer. Aslına bakarsanız St Helen Meydanı için meydandan daha çok yerli halkın buluşma noktası desem, hata etmiş olmam sanırım. St Helen Meydanı, on sekizinci yüzyılın ortalarına bir mezarlıkken daha sonraları bugün gördüğümüz zarif meydana dönüştürmüşler. ) gideceğiz ( 13.10 ). Meydanı gezdikten sonra yürüyerek St Mary’s Abbey Kalıntıları‘ na ( York Minster’ın hemen yakınındaki St Mary’s Abbey ilk manastır olarak 1088’de inşa edilmiş. Manastır, İngiltere’deki en güçlü ve en zengin Benedictine manastırlarından biriymiş; ancak katolik kilisesini redderek İngiltere Kilisesi adını verdiği kiliseyi kuran 8. Henry buranın faaliyeti sona erdirmiştir. 1540’da , St. Mary’s rahipleri emekliye ayrılmış ve manastır, Kral’ın York’tayken ziyaret edebileceği bir saraya dönüştürülmüştür. Zaman içinde, saraya dönüştürdükleri manastır harabe haline gelmiştir. Günümüzde sadece St. Mary’s Abbey’nın kalıntılarını görüyoruz. Ama İngilizler burayı böyle haraba gibi bırakmamışlar elbette. Yenileyip, tazeleyip halka açık bir parka çevirmişler. ) gideceğiz ( 14.30 ). Kalıntıları gördükten sonra arabayla Heaton Park‘ a ( Yaklaşık 600 dönümlük bir alanı kaplayan Park, Manchester’daki en büyük parktır. Ayrıca Avrupa’nın en büyük belediye parklarından biri olarak bilinmektedir. Park; piknik yaparak, güneşin tadını çıkararak veya doğayı keşfederek bir gün geçirmek için harika bir yer. Her yaştan ziyaretçiye hitap eden parklardan biri olan Heaton Park’ın ana cazibe merkezi ise 1789 yılından kalma orijinal ahırlar etrafında inşa edilmiş Hayvan Merkezidir. 20. yüzyılın başlarından kalma tarihi Heaton Park Tramvayı’na binebilirsniz. Park ayrıca düzenli olarak açık hava eğlenceleri ve etkinliklerine ev sahipliği yapıyor. Parkta ayrıca golf sahası, tekne gezintisine çıkabileceğiniz bir göl, tenis kortu, süs bahçeleri, gözlemevi ve macera oyun alanı da bulunuyor. ) gideceğiz ( 16.50 ). Parkı gezdikten sonra arabayla Manchester Katedrali‘ ne ( Bu dini ve tarihi mekan, bugün gördüğünüz şehir merkezini şekillendiren savaşların, terörist bombalarının ve diğer unutulmaz yaşanmışların hikayesini anlatıyor. Şehir merkezine ve Ulusal Futbol Müzesi’ne kısa bir yürüyüş mesafesinde olan Manchester Katedrali, mimarisiyle de ilgi görüyor. İç mekan, kuzey İngiltere’deki en iyi Orta Çağ ahşap işçiliğine sahip olmasıyla ünlü. Duvar ve tavandaki oyulmuş detaylar ve vitray pencereler de iç mekanın en etkileyici bölümlerinden. Manchester Katedrali’nin tarihi ise 1215 yılına uzanıyor. Irwell Nehri kıyısında yer alan katedral, günümüzdeki görünümüne büyük ölçüde 1486 ve 1508 yılları arasında kavuşmuş. Bu tarihler arasında yeniden inşa edilmiş olan yapı, 1847 yılında katedral statüsüne yükseltilmiş. İkinci Dünya Savaşı’nda hasar almış ve çok kısa bir süre sonra restore edilerek günümüze kadar gelebilmiş. ) gideceğiz ( 18.40 ). Katedrali gezdikten sonra yürüyerek Albert Meydanı‘ na ( Manchester Belediye Binası’na da ev sahipliği yapan Meydan, şehrin en kalabalık ve en canlı yerlerinden biridir. Çevresindeki tarihi yapılarla dikkat çeken meydan yakınlarında, şehrin önde gelen restoranlarını, cafelerini, butiklerini ve otellerini bulabiliyorsunuz. Ayrıca meydan, Manchester’daki turistik noktaların büyük bir çoğunluğuna da yürüme mesafesinde bulunuyor. Albert Meydanı, ayrıca Manchester’da konaklama için tercih edilebilecek en iyi ve en popüler yerlerden bir tanesidir. ) gideceğiz ( 20.00 ). Meydanı gezdikten sonra otelimize gideceğiz.
18. Gün Manchester ( REM Hotel ) – Liverpool – London
Sabah otelde kahvaltı ( 10.00 ) yaptıktan sonra arabayla Beech Road‘ a ( Chorlton banliyösünde, bağımsız kafeler ve mağazalarla dolu Beech Road, en popüler caddelerden biri. Hem gün içinde hem de akşam saatlerinde oldukça hareketli olan cadde, ayrıca şehirdeki en uygun fiyatlı restoranları ve cafeleri bulabileceğiniz yerlerden. Manchester’dan bir şeyler satın almayı planlıyorsanız buradaki butiklere ve hediyelik eşya dükkanlarına da bakabilirsiniz. ) gideceğiz ( 10.50 ). Caddeyi gezdikten sonra arabayla Fletcher Moss Park‘ a ( Manchester şehir merkezinin dışında bulunan Park, 1914’te Alderman Fletcher Moss’tan hediye olarak alınmıştır. Botanik güzelliği ile tanınan bahçelerde birçok antika ve sıra dışı bitki ve çiçek bulunmaktadır. Özellikle sıcak yaz aylarında kalabalık olan, 21 dönümlük büyük bir alanı kaplayan park, şehirde yeteri kadar zamanı olanların göz atabilirsiniz. ) gideceğiz ( 13.10 ). Parkı gezdikten sonra arabayla Bold Street‘ e ( Sadece Liverpool’un değil, İngiltere’nin en ünlü ve en iyi alışveriş caddelerinden biri olan Bold Street, arnavut kaldırımları, küçük bağımsız butik mağazaları, renkli cafeleri ve şehrin önde gelen restoranlarıyla ünlüdür. Çok kültürlü bir lezzet yolculuğu sunan bu caddede, ayrıca birkaç hediyelik eşya dükkanı da bulabilirsiniz. İlginç tasarım mobilyalar ve benzersiz hediyeler için Utility’den başka bir yere bakmayın. Hemen her zevke ve bütçeye göre alışveriş yapabileceğiniz mağazaları bu caddede bulabilirsiniz. Ayrıca Liverpool gece hayatı için de düşünebileceğiniz yerlerdendir. Çok sayıda canlı müzik mekanları, uygun fiyatlı barları ve birkaç gece kulübüyle akşamları dışarı çıkmayı planlayanlara eşsiz bir deneyim sunmaktadır. ) gideceğiz ( 16.00 ). Caddeyi gezdikten sonra yürüyerek Albert Limanı‘ na ( İngiltere’de sadece demir ve tuğla kullanılarak inşa edilmiş ilk yer olan Liman, Liverpool’un en turistik yeridir. Merkezinde bir zamanlar pamuk, tütün ve şekerin boşaltıldığı liman havzasını çevreleyen beş katlı etkileyici bir bina bloğu vardır. Bu muazzam Viktoria dönemi yapıları, kemerli bir yürüyüş yolunun etrafına inşa edilmiş ve günümüzde hem yerel halkın hem de turistlerin en çok zaman geçirdiği yerlerden biridir. Dekoratif bir şekilde restore edilmiş bu depolar; bugün lüks dairelere, restoranlara, cafelere, butiklere ve müzelere ev sahipliği yapıyor. Ayrıca The Beatles Story ve Sınır Gücü Ulusal Müzesi de burada bulunuyor. ) gideceğiz ( 17.30 ). Limanı gezdikten sonra arabayla Sefton Parkı’ na ( Liverpool halkının favorisi olan Park, şehirdeki en büyük halka açık parkıdır. 235 dönümlük oldukça büyük bir alana yayılan park, şehir merkezinin biraz dışında bulunuyor olsa da yinede görülmeye değer. Parkın içerisinde 1896 yılında inşa edilmiş bir de Palmiye Evi bulunuyor. Buna ek olarak park, Beatles şarkısı “Sgt Peppers Lonely Hearts Club Band” için ilham kaynağı olarak kabul edilen bir Viktoria dönemine ait orkestra standına sahip. Sefton Parkı’na dinlenmek, turistlerden biraz da olsa uzaklaşmak veya yaz aylarında yapılan etkinliklere ve konserlere katılmak için gidebilirsiniz. ) gideceğiz ( 18.45 ). Parkı gezdikten sonra Londra’daki otelimize gideceğiz.
19. Gün London ( Albany Hotel )
Sabah otelde kahvaltı ( 10.00 ) yaptıktan sonra arabayla Tower Bridge‘ e ( Köprünün Londra tarihinde büyük bir önemi var. Kentin iki tarafının birbirine bağlanması bu köprü ile gerçekleşmiş. Tower Bridge tüm görkemiyle Thames Nehri’nin üzerinde yükselirken yayalar nehir ve Londra manzarası eşliğinde köprüde yürüyebiliyor. Bu arada gelmişken köprünün kulelerinde yer alan ve yapı hakkında bilgiler sunan sergileri de dolaşabilirsiniz. Köprünün üst bölümünde paralel iki adet yaya yolu bulunurken alt kısımda ise araç yolu var. Tower Bridge bu yolları birbirine bağlayan iki kuleden meydana gelmiş. Açılır kapanır olması nedeniyle büyük deniz araçları da geçme imkanı buluyor. Ayrıca tasarımı ve mimarisi ile de özgün, etkileyicidir. ) gideceğiz ( 10.40 ). Köprüyü geçtikten sonra arabayla London Eye‘ e ( Londra’nın sembolik yapılarından olan London Eye, 135 metre yükseklikteki devasa bir dönme dolaptır. 165 metre yüksekliğiyle 2006 yılına kadar dünyanın en büyük dönme dolabı olma özelliğine sahiptir. Tamamlanması 7 yıl süren ve bu zaman boyunca sayısız kişinin çalıştığı bu mühendislik harikası yapı, Londra’dan 24 mil ilerisine kadar görmeye olanak sağladığı için Londra Gözü olarak adlandırılmıştır. Her uzantısında bir kapsül olmakla beraber 32 cam kapsüle ev sahipliği yapan London Eye, her kapsülde de 25 kişi taşıyabiliyor. Ağırlığının etkisiyle oldukça yavaş dönen dönme dolapta bir turu yaklaşık 30 dakikada tamamlıyorsunuz. London Eye’da yapacağınız bir yolculuk sayesinde, özellikle açık havalarda ‘’İyi ki bu deneyimi yaşamışım’’ diyeceğiniz enfes panoramik bir manzara sizi bekliyor. İçerisinde Londra hakkında üç boyutlu kısa bir filmde izleyebileceğiniz London Eye, şehrin en turistik noktalarından. ) gideceğiz ( 12.00 ). Dönme dolaba bindikten sonra yürüyerek Big Ben‘ e ( Big Ben, Londra’nın ünlü saat kulesinin adıdır. Westminster Sarayı’nın yanında bulunan kule dünyanın en büyük ikinci dört yüzlü saati olarak sembolleşmiştir. 2012 yılında kraliçenin tahta çıkışının onuruna ismi değiştirilerek ‘’Elizabeth Kulesi’’olarak belirlenmiş ancak günümüzde hala Big Ben olarak kullanılmaktadır. Açılış tarihi olan 1859 yılından beri sadece bir defa (İkinci Dünya Savaşı esnasında) duran saat, yıllardır zamanın akışını kesintisiz olarak göstermektedir. Saat başlarında çalan çanların sesini duymak için bile ziyaret edebileceğiniz kule, aynı zamanda kolay ulaşılabilir konumu, Londra otobüs ve metro duraklarının önünden geçmesiyle rahatlıkla ziyaret edilebilir bir noktada bulunuyor. Bir araştırmaya göre Londra’nın en çok ziyaretçi alan noktasının Big Ben olduğunu da unutmayalım. Ağustos 2017 yılında tadilat sebebiyle kapatılan ve bakım çalışmalarının 2021’de bitmesi planlandığı için bu tarihler arasında Big Ben’i sadece dışarıdan görebiliyorsunuz. Ancak normalde sayısız Big Ben turundan birine katılıp, saat kulesinin içinden Londra’yı gözlemleme ve Elizabeth Kulesi’nin en tepesine çıkıp devasa çanı yakından görme şansını yakalayabilirsiniz. ) gideceğiz ( 13.10 ). Kuleyi gördükten sonra yürüyerek Trafalgar Meydanı‘ na ( Heykelleri, anıtları, çeşmeleri ile Trafalgar Meydanı şehrin en büyük ve merkezi meydanıdır. Protesto ve kutlamalara da sıklıkla sahne olan meydan aynı zamanda Londra’nın birçok yerine son derece yakındır. Özellikle turistik açıdan çekici olan birçok yere bu meydan üzerinden kısa sürede ulaşabilmeniz mümkün. 13. yüzyıldan beri Londra için büyük önem taşıyan meydanda National Gallery ve Nelson Sütunu buraya gelmişken ziyaret edebileceğiniz yerler arasında bulunuyor. Otobüslerin de merkezi olan Trafalgar Meydanı’nda noel günleri de çok meşhur. Özellikle meydanın ortasına bu dönemde koyulan çam ağacı harika bir ambiyans yaratıyor. ) gideceğiz ( 13.50 ). Meydanı gezdikten sonra yürüyerek Leicester Meydanı‘ na ( Leicester Meydanı, Londra’nın batı kısmındaki kalbidir. Sadece yayalara açık olan bu meydan dört bir yanındaki heykeller ve William Shakespeare adına yapılmış çeşmesiyle kolaylıkla fark edilmektedir. Londra’nın eğlence, alışveriş ve gece hayatı merkezlerinden biri olan meydan, aradığınız her şeyi bulabileceğiniz hareketliliğin asla eksik olmadığı bir noktadır. Haftada 3 milyon ziyaretçi aldığı söylenen sokak oldukça kalabalık olmakla beraber Londra’nın batı kısmında yaşayanların en sık ziyaret ettiği merkezdir. Tabi burası şehrin sakinlerinin olduğu kadar; konaklama noktaları, restoranları, alışveriş mağazaları, gece kulübü ve kumarhaneleriyle turistlerin de fazlasıyla ilgisini çekmektedir. Tarihi ve modern binaların iç içe olduğu bu sokağın geçmişi 1670 yılına kadar uzanmakla beraber günümüzde ünlü isimlerin, genellikle varlıklı insanların yaşadığı bir sokak haline gelmiştir. Sayısız mağaza ve restorana ev sahipliği yapan sokak üstünün açık olmasıyla açık bir alışveriş merkezine benzetilebilir. Çok sayıda otel de bu noktada olmakla beraber aslında burayı farklı kılan en önemli nokta mağazaları değil, buranın sahip olduğu tarihi sinema salonlarıdır.19. yüzyıldan kalma tiyatro ve sinema salonlarının bulunduğu bu caddede yılın en büyük gösterilerinden biri olan Londra Film Festivali düzenlenmektedir. Bu gösterinin Leicester Meydanı’nda yapılmasının asıl sebebi en büyük sinema perdesi ve 1.600 koltukla en fazla koltuk sayısına sahip olmasıdır. Film prömiyerlerinin yanı sıra Çin Yeni Yılı etkinlikleri de burada kutlanmakta ve bu dönemlerde cadde resmen tıklım tıklımdır. ) gideceğiz ( 14.00 ). Bu meydanı da gezdikten sonra yürüyerek bir sonraki meydanı olan Piccadilly Circus‘ a ( Şehrin bir diğer işlek ve dinamik yerlerinden biridir ve gezginler için enerjik, cıvıl cıvıl ve çok canlı bir bölgedir. 1819 tarihine dayanan geçmişiyle meydan Piccadilly, Regent ve Shaftesbury Caddeleri’nin bağlantı noktasıdır. Tabii bu kadar dinamik ve kalabalık bir meydanda alışveriş imkanlarınızın da çok çeşitli olduğunu söyleyebilirim. Londra’nın eğlenceli anlarına dahil olmak istiyorsanız Piccadilly Circus barları, cafe ve restoranları, neon tabelaları ile oldukça davetkâr. Meydanın ortasında Eros Çeşmesi bulunmaktadır. ) gideceğiz ( 15.10 ). Meydan gezip etraftaki restoranların birinde yemek yedikten sonra yürüyerek Oxford Street‘ e ( Sadece Londra’nın değil Avrupa’nın en işlek alışveriş caddesi olan Oxford Street 300’den fazla dükkan ve mağazaya rastlayabileceğiniz bir merkezdir. Londra’nın batısında Westminster’da bulunan Oxford Street, Londra’da görülmesi gereken popüler yerler arasında öne çıkıyor. Yaklaşık 2 km uzunluğundaki Oxford Street Marble Acht ile Park Lane arasında uzanmaktadır. Roma döneminden izlere rastlayabileceğiniz sokakta binaların stili de dikkat çekiyor. 19. yüzyıldan itibaren yapısında büyük değişimler olan Oxford Street günümüzde Londra’nın ve Avrupa’nın en lüks alışveriş merkezlerinden biridir. ) gideceğiz ( 17.40 ). Caddeyi gezdikten sonra arabayla Baker Street‘ e ( 18. yüzyıldan kalma, Londra’nın en ünlü caddelerinden biridir ve Westminster bölgesinde yer almaktadır. Kurgul karakter Sharlock Holmes’un ikamet ettiği yer olarak lanse edilen Baker Street, geçmişte şehrin dışında bir bölgeyken, günümüzde Londra’nın önemli ticari noktalarından biridir. Baker Street, Viktorya dönemi İngilteresini yansıtmaktadır. Dünyaca ünlü Madame Tussauds Balmumu Müzesi ve Sharlock Holmes Müzesi’ni keşfetmenin yanı sıra Baker Street bölgesinde yapabileceğiniz daha pek çok şey var. Bölgede St. James’s Roma Katolik Kilisesi, St. Mary’s Kilisesi ve Hinde Street Methodist Kilisesi olmak üzere görebileceğiniz etkileyici kiliseler de vardır. ) gideceğiz ( 19.00 ). Bu caddeyi de gezdikten sonra yürüyerek otelimize gideceğiz.
20. Gün London ( Albany Hotel ) – Dover
Sabah otelde kahvaltı ( 10.00 ) yaptıktan sonra arabayla Hampstead Heath‘ e ( Merkez içerisinde kırsal bir kesitte yaşam olanağı sunmasıyla oldukça popülerdir. Trafalgar Meydanı’ndan sadece birkaç mil uzaklıkta bulunan Hampstead Heath, şehrin içerisinden çok uzaklaşmadan yeşile kaçmak isteyenler için oldukça ideal. İçerisinde şehir manzarası izleyebilecek yüksek noktalar ve dinlenebileceğiniz yeterince yeşil alan olması sebebiyle ne kadar kalabalık olursa olsun insanların hepsine yetecek kadar yer bulunabiliyor. İçerisinde sayısız spor sahası, yüzme havuzu, atletizm pisti, çocuk oyun alanı ve bahçeler bulunmaktadır. Bir park içerisinde bu kadar aktivite yapacak alan varken tahmin edersiniz ki canınız hiç sıkılmayacaktır. ) gideceğiz ( 11.00 ). Parktan manzaraya baktıktan sonra arabayla Notting Hill’ e ( Cadde, tarih boyunca önemli bir kesişim noktası olmuştur ve günümüzde de hala önemini korumaktadır. Bölge, antika mağazaları, şık kafeler, restoranlar ve büyük bakımlı parklarıyla karakterize olmuş lüks atmosferi nedeniyle her zaman Londra’nın gözde caddelerinden biri olmuştur. Cadde boyunca gerçek bir İngiliz deneyimini yaşayabileceğiniz harika pub ve barlar uzanmaktadır ve bu nedenle burası İngiliz gece hayatı için de önemli destinasyonlardan biridir. Ayrıca partnerinizle film izleyebileceğiniz bölgenin tarihi sinemalarından ikisi olan Coronet ve Gate de bu caddede bulunmaktadır. The Gate başta olmak üzere cadde boyunca bulunan etkileyici yapılar, sadece keyifli zaman geçirm imkanı sunmakla kalmıyor, aynı zamanda ziyaretçilerin Viktorya sonrası mükemmel zanaatkarlığın örneklerini görmesini de sağlamaktadır. ) gideceğiz ( 12.40 ). Bu bölgeyi gezdikten sonra yürüyerek Hyde Park‘ a ( Londra’nın en büyük parkı olan 142 hektarlık Hyde Park, şehir içerisinde rahatlamak isteyenlerin uğrak noktalarından biri. 17. yüzyıldan beri Londra halkının ziyaretlerine açık olan Hyde Park birçok etkinliğin de merkezi olmuş durumda. Londra gezisi esnasında bina manzaralarından araba ve insan kalabalıklarından bunaldığınız anda, merkezde yanı başınızda bulunan Hyde Park imdadınıza koşuyor. İçerisinde düzenli yürüyüş ve dinlenme alanları bulunmakla beraber oldukça büyük bu park içerisinde görülecek farklı yerlerde bulunuyor. Hyde Park içerisinde gezilecek yerler arasında; Hayat Sevinci Çeşmesi, Gül Bahçesi, Asil Heykeli, Mermer Kemer, Rotten Row, Prenses Diana Anıt Çeşmesi ve Long Water olarak adlandırılan yapay göl yer almaktadır. Özellikle güzel havalarda yapay göl üzerinde yapılan su bisikleti gezileri ve tekne gezintileri yapılacak en iyi aktiviteler arasında. Aynı zamanda bu park zamanında birçok politik konuşmaların yapıldığı bir nokta olmakla beraber günümüzde de ‘’Konuşmacı Köşesi’’ kısmı yer alıyor. Bu kısımda her Pazar günü bir kişi din, siyaset veya çok daha farklı konularda insanlara konuşmalar yapıyor ve karşılıklı bilgi alışverişi yapılıyor. Anlayacağınız üzere bir parktan çok daha fazlası olan, her köşesinde görülmesi gereken bir nokta ve eğlence barındıran Hyde Park, güzel havaların vazgeçilmez tercihi. ) gideceğiz ( 13.50 ). Parkı gezdikten sonra arabayla Greenwich Park‘ a ( Londra’da bulunan kraliyet parklarından biri olan Greenwich Park, Dünya Miras Alanı’nın parçalarından biridir. Greenwich Parkı, Londra’daki sayısız park arasında en güzel Londra manzarasına sahip olanıdır diyebiliriz. Ağaçların arasından yükselen şehir manzarası eşliğinde yürümek isteyenler tarafından tercih edebilir. Aynı zamanda içerisinde bulunan Kraliyet Gözlemevi ve Prime Meridian’da daha fazla yeri keşfetmek isteyenlerin ziyaretine açıktır. ) gideceğiz ( 15.50 ). Bu parkı da gezdikten sonra en yakın zamanda uçakla geri döneceğiz.